Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin büyük talebelerinden Bayram Yüksel Ağabeyimiz, hatıralarında bazı hususlara dikkatleri çekiyor:
“Hem Üstadımız mektuplarında, dahilde tarafgirâne adâvet ve münakaşalara vesile olan füruatla (bilhassa ihtilaflı fıkhî meselelerle) meşgul değil, belki, bütün insanların en mühim meselesi olan İmanın Rükünlerini ve insanlığın saadet vesilesi ve bütün Müslümanların esas kardeşlik râbıtası bulunan Kur’an’ın imanî hakikatlarını bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim demek suretiyle İslâmî hizmetin ve dinî meselelerin umumunu tazammun eden genişlik ve camiiyeti hâiz bulunduğunu, dinî hizmetlerin her nevini teyit ve teşvik ettiğini Kur’an’ın cadde-i kübrası olan Risale-i Nur dersinin umum ehl-i iman ve İslama şâmil bulunduğunu ifade ediyor. Yine mektubunda devamla; ‘Hatta değil Müslümanlarla, dindar Hıristiyanlarla dost olup düşmanlığı bırakmaya çalışıyorum.’ diyor.
“Üstadımız ziyaretine gelenlere, ‘Kardeşim, sen bana dua et, ben de sana dua edeceğim. Hadiste var. Gıyâbî yapılan dua daha makbüldür. Ben senin ağzınla günah işlemedim. Sen de benim ağzımla günah işlemedin. Onun için gıyabî yapılan dualar daha makbüldür. Bana ismimle dua et, ben de sana dua edeceğim” derdi. Ziyarete gelenler de ‘Üstadım bize dua et’ derlerdi. Üstadımız da, ‘Bize dua eden, bizim dualarımıza dahil olur’ derdi.
“Yolculuk anında olsun, kırlarda gezerken olsun, rastgelen kabirlere dua ederdi. Bu kabir taşları (Yunus Emre’nin tabiriyle HECE TAŞLARI), ‘Sizler de buraya geleceksiniz’ diye lisan-ı hâliyle ders veriyor. Şimdi ise ehl-i dünya iptal-i his nevinden kabirleri şehirlerin dışına çıkarıyorlar. Tâ ki, ölümü hatırlamasınlar. Eskiden herkesin kabri evinin önünde idi. Sabahleyin kalktığında kabir taşlarını görünce, Fatiha okuyordu. Kabir taşları canlı birer MUALLİM VAZİFESİ görüyordu: ‘Siz buraya geleceksiniz’ diye ihtar ediyordu diyerek bize ders verdi.
“Mübarek, mualla Üstadımız üç aylar girdiğinde Isparta’daki Nur Talebelerine hatim için Kur’an-ı Kerim taksim ettirir, herkese bir cüz’ vererek vazife taksimi yapardı. Isparta, Sav, Kuleönü, Atabey, Bozanönü gibi mübarek Nur Hizmeti ile şereflenmiş, mübarek köylere cüz’ler taksim ettirir, böylece mübarek üç aylarda her gün hatim indirilirdi. O zaman bütün duasını umum Nur Talebeleri namına Üstadımız yapardı. Başta Peygamber (S.A.S.), Âl-i Beyti ve Ashabı olmak üzere bütün ehl-i iman ve Nur Talebelerine bağışlardı.
“Üstad Hazretleri, gece erken kalkar, TEHECCÜD NAMAZINI kılardı. Evradlarını, bütün dualarını sabah namazına bir saat kala bitirirdi. Ellerini dergâh-ı İlâhiyeye açar, uzun uzun dua ederdi. Bu dua bir saat devam ederdi. O anda bizler giremezdik. Ancak dua bittikten sonra girebilirdik. ‘Hatta benim bir dua vaktim var, o anda melâike de gelse kabul etmem’ demişti. ‘Hem istikbaldeki Nur Talebelerine dua ediyorum’ derdi.
“Üstadımız yatsı namazını kılınca fazla beklemez hemen yatardı.
“Mübarek Üstadımızın Isparta’daki menzilinde baş ucunda beş metre uzunluğunda, bir metre eninde bir ŞECERE vardı. Peygamberimizin (S.A.S.) Âl-i Beytinden, evradlarında ism-i şerifleri olan zâtların nereden geldiğini ayrı ayrı oklarla gösteriyordu. Çok arzu etmeme rağmen saymaya bir türlü muvaffak olamadım. Üstadımız dua ederken isim üzerine çok ehemmiyet verirdi. Bazı Nur Talebeleri, Üstadımızı ziyaret ettiklerinde Üstadımız isimlerini yazdırırdı. Başucuna koyar, o ismi ezberleyinceye kadar yanında muhafaza ederdi. Şöyle misal verirdi. ‘Nasıl ki, bir yere mektup attığınızda zarfın üzerine güzel yazarsanız, gideceği yere güzel gider, dua ederken de ismiyle zikredilirse daha iyi olur’ derdi.
“Üstad, ‘Dua bir iksirdir, toprağı gümüş yapar, gümüşü de altın yapar’ derdi.
“Üstadımız, bir insana kâfi gelmeyecek kadar az yer ve az uyurdu. Bize de derdi ki: ‘Fıtrî uyku beş saattir.’ Geceleri sabaha kadar dua, niyaz ve ibadette bulunurdu. Yaz ve kış âdetini hiç değiştirmez, TEHECCÜD namazını devamlı kılar, münâcat ve evradlarını asla terk etmezlerdi. Hem Isparta’da, hem Barla’da, hem Emirdağ’da, komşuları bizlere, ‘Ne zaman Üstad’ın evine geceleri baksak, Üstad’ın odasında ışık yandığını görür, hazin edâsıyla dua ettiğini duyardık’ derlerdi. Üstadımız her zaman abdestli olurdu. Üstad, duha namazını da hiç geçirmezdi. Bu namazı güneş doğduktan 45 dakika sonra kılardı.
“Hiçbir zaman mübarek vaktini boş geçirmez, ya okur, ya tashih ile meşgul olur veya okutturur, dinlerdi.
“Üstadımız Risale-i Nur’un hizmetini her şeye tercih ederdi. (…) Bize şu dersi verirdi: ‘Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir.”
Bizim de bu dersi çok iyi dinleyip gereğini yerine getirmemiz gerekir…