Kelâm ilminde harika hallerin altı çeşit olduğu bildiriliyor:
1-İrhâsât (Peygamberlik öncesi mazhar olunan harikalar)
2-Mûcize
3-Keramet
4-Maûnet (Veli olmayanların bile mazhar oldukları İlahî yardımlar, inâyetler)
5-İstidrac (Yavaş yavaş cehenneme sürükleyen harikalar, deccal ve benzerlerinin mazhar oldukları fakat kendilerinin işi zannettikleri, nefislerine mâl ettikleri harikalar)
6-İhanet (Tersinden harikalar. Peygamberlik iddia eden bazılarının, bir gözü kör birisi için yaptıkları dua benzeri şeylerde öbür gözün de kör olup onu rezil hale getiren harikalar.)
Üstad Hazretleri, Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin Hizmet’e bakan kerametlerinden bahsederken diyor ki: “Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin, istikbalden haber vermesi nevinden gibi, meşhur Şeyhülislam Ahmed Câmî de İmam Rabbânî olan Ahmed-i Farukî’den haber verdiği gibi, Mevlana Celâleddin Rûmî, Nakşibendilerden haber vermiş. Daha bu neviden çok evliyalar, gerçeğe mutabık haberler vermişler. Fakat onların bir kısmı sarâhate yakın haber vermişler. Diğer bir kısmının verdikleri haberler gerçi bir derece kapalı ve mutlaktır. Fakat bahsettikleri zâtlar makam sahibi ve büyük olduklarından ve muayyen olduklarından o kapalı gaybî haberi, hak ettikleri için kendilerine almışlardır. Mesela Ahmed Câmi (K.S.) demiş ki: ‘Her dört yüz sene başında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimdir. Yani (müceddid-i elfi sâni) o, bin yılının müceddidir. İşte böyle mutlak bir surette söylediği halde, İmam Rabbânî’nin (K.S.) büyüklüğü muayyen olan şahsiyeti, o gaybi haberi katiyen kendine almış. Hz. Mevlânâ Celâleddin Rumî de (K.S.) Nakşibendi’den kapalı bir surette bahsetmiş; fakat Nakşilerin büyüklüğü, yüksekliği ve belli olan şahsiyetleri o haberi de haklı olarak kendilerine almışlardır.”
“İşte bu kerâmetkârâne ve gaybî haber veriş nevinden Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylanî dahi Hizbul Kur’an’dan işârî bir surette haber verdiği gibi, Hizbü’l-Kur’an’ın bir hâdimi olan bu bîçâre Saîd’i iki yerde apaçık ismiyle haber veriyor. Kapalı ve mutlak bırakmamasının sırrı budur ki: Bu bîçare Saîd, makam sahibi olmamışken ve büyük değilken ve mutlak tabiri teşhis edecek bir şahsiyeti yokken, lütf-u İlâhî ile, büyük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır. Âdetâ bir nefer iken, müşiriyet (maraşallık) makamı hizmetinde bulunmasıdır. İşte küçük ve ehemmiyetsiz olduğu içindir ki, Hz. Gavs-ı Âzam Abdülkadir Geylanî öteki evliyaya muhalif olarak yalnız işaretle kalmayıp, apaçık bir sarahat derecesinde parmağını onun başına basıyor.
“Hayatımın başından geçen ve çoğunu gizlediğim çok harika olaylar vardı. Kendimi hiçbir vecihle kerâmete lâyık görmediğim için, onları bazen tesadüfe, bazen de başka sebeplere isnad ediyordum. Şimdi kanaatim geliyor ki, o hârikalar, Gavs-ı Âzamın bu kerametler zincirini teşkil ederler. Demek onun duası ile himmetiyle, ona kerâmeten ve bize ikram nevinden, bir nevi inâyet-i İlahiyeye mazhar olmuşuz.”
“Keramet, mucize gibi Cenab-ı Hakkın fiilidir, hediyesidir, ihsanıdır ve ikramıdır; beşerin fiili değildir. O kerâmete mazhar olan zât ise, bazen biliyor, bazen bilmiyor, vukuundan sonra bilir. Kerâmete mazhariyetini vukuundan evvel bilen ve Cenab-ı Hakkın ikramına iradesiyle uygun hareket eden kısım bütün bütün sıyrılmışsa, ve Hz. Gavs gibi kudsiyet kazanmışsa, Cenab-ı Hakkın izniyle, o kerametin her tarafını bilerek Kendisi sahip çıkar, bilir ve bildirir. Fakat bununla beraber mâdem o kerâmet ikrâmdır; bütün tafsilatıyla kerâmet sahibinin bilmesi gerekmez. Bu sırra binâen, Hz. Şeyh Geylânî, Rabbanî bir bilgi ile ve Allah’ın izniyle bu asrı görmüş ve Kur’an Hizmeti etrafında bizleri müşahede etmiş ve şefkat nazarı ile bakmış. (…)
“Hz. Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: ‘Biz İslâmiyet’i kabul etmiyoruz fakat Abdülkadir Geylani’yi de inkâr edemiyoruz.’ (Sekizinci Lem’a)