Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki:
“Verâ, lügat ve kamuslarda, ‘Uygunsuz, yakışıksız ve gereksiz şeylerden sakınma, haram ve yasaklara karşı da, titiz davranma, tetikte olma veya memnu şeylere girme cadı sesiyle, bütün şüpheli hususlara karşı kapanma’ mânasına hamledilmiştir. Bu, ‘Sana kuşku vereni bırak, şüphesiz olana geç’ İslâmî prensibine ve ‘Helâller de, haramlar da açıktır, bellidir.’ Hadisinde anlatılan gerçeğe belli mutâbakat noktalarında bir misliyle görünümü arz eder. (…)
“Vera’ı; hayat ve davranışlarını gerekli, lüzumlu ve ötelere uzanan şeylere kilitleyip, lüzumsuz, fâni ve zâil şeylerin gerçek konumlarını kavrama şuuru ile hareket etme şeklinde de yorumlayabiliriz ki, ‘Kıvamında ve kendi güzellikleriyle yaşanan Müslümanlık, mâlâyâni yata karşı kapalı olan Müslümanlıktır’ ölçüsü de bunu hatırlatıyor olsa gerek…
“Pend-i Attar sahibi Attar’ca üslubuyla bu düşünceye hoş ve enfes bir ses katar: ‘Verâ duygusundan Allah korkusu peydâ olur, vera’sız kimse ise kıyamette rusvây olur. Kim ki verâ çizgisinde istikametini buldu, onun duruşu da, kalkışı da, hareketi de, sükûnu da Allah için oldu. Bir kimse ki, Hak dostluğunu umar, eğer verâ yoksa, o kimse muhabbet iddiasında yalancıdır.’
“Verâ, zâhir ve bâtın boyutlarıyla yerine getirilmesi kulluk borcu umumî bir ameldir. Verâ yolcusu, takvâ ile ulaşılan zirvelerde dolaşırken bir taraftan zâhiriyle, emir ve nehiylerin âzad kabul etmez kölesi olarak hayatını onlarla örgüler.. ve ‘Allah için işler, Allah için başlar’ Allah için oturur, Allah için kalkar. Allah için yer, Allah için içer, ‘Lillah, livechillah dairesinde hareket eder’ diğer taraftan da bâtınını ‘Hazîratü’l-Kuds’ün izdüşümü haline getirerek, kalbindekii ‘Kenz-i Mahfî’ ile halvet olur ve bütün ağyâra kapanır. Yani, O’na götürmeyen düşüncelerden uzaklaşır. O’nu hatırlatmayan görüntülere sırtını döner, O’nu söylemeyen beyanlara –onlara beyan denecekse- kulaklarını tıkar ve O’nun kıymetler listesine girmeyen şeylerden de elini-eteğini çeker.
“İşte bu mânâdaki verâ, insanı Allah’a amudî (dikey) olarak yükseltir. Bunlardandır ki, Cenab-ı Hak, Hz. Musa’ya “Bana yaklaşmak isteyenler VER ve ZÜHD gibisini bulamamışlardır.’ ferman eder.
“Asr-ı Saadette insanlığın tanıdığı VER , Tâbiîn ve tebe-i tabiin döneminde âdeta semâvîleşir ve her müminin gaye-i hayalî haline gelir. Bu dönemde idi ki, Bişr-i Hafî’nin kızkardeşi, Ahmed bin Hanbel’e gelerek: ‘Yâ İmam! Ben çok defa dam üstünde iplik büküyorum, bazen devlet memurları ellerinde meşaleler oradan geçiyorlar ve elimde olmayarak o ışıktan da istifade etmiş oluyorum, bu ipliğe haram karışıyor mu? deyince, koca İmam, hıçkıra hıçkıra ağlar ve Bişr-i Hafînin hânesine, şüphenin bu kadarcığı bile bulaşmış bir şey girmemeli’ fetvasını verir…”
12 Eylül Darbesinden sonra arandığı dönemde M. Fethullah Gülen Hocaefendi Antalya’da askerlik yapan talebelerinin ziyaretine giderken Burdur’da bir camiye girer. Soğuk bir kış günü olduğu için caminin odunlarını sobada kullandığı için bir kamyonluk odun alacak kadar parayı bırakır bir de özür mektubu yazar. Bunu bilen bir arkadaşımız Cuma günü cami imamının hutbesinden meseleyi teferruatıyla öğrenir.
1967 senesinde İzmir’de bir zelzele olmuştu. O yaz tatilinde tarihi Kestanepazarı Camii tamir edilirken eski halıları da kaldırılıp yenileri camiye serilmişti. İzmir’de ilk ışık ev (dersane) açılırken o eski halılardan bazıları alınıp o eve serilmişti. Hocaefendi seneler sonra kitap gelirlerinden gelen on bin dolar parayı Kestanepazarı idarecilerine göndermişti…
Aynı şekilde şüpheli tahmin ettiği pek çok şeyin parasını seneler sonra sahiplerine ulaştırmaya çalışmıştı.
Çok sevdiği bir talebesinin Diyarbakır’a konferansa gittiğinde konuşmasının uzaması sebebiyle, Diyarbakır-İstanbul uçağını bir saat beklettiğini öğrenince, “Bu bir kul hakkıdır. O uçağın yolcularının isimlerini öğrenip özür dilemen ve helallik istemen gerekir” demiş ve telefonlarına ulaşılanlardan o talebe çeşit çeşit hakaretlere uğramasına rağmen bu özür dilemeyi yapmıştır.
Hocaefendinin bu husustaki hassasiyetini yakın dostları ve talebeleri bilir. Onun için bu hususla ilgili benzer olaylar çoktur. Nefislere ağır gelmesine rağmen, bunların icrası üzerinde hassasiyetle durmuştur.