Son Şahitler’de Necmeddin Şâhiner Ağabeyin anlattığına göre: “Muhsin Alev, Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümünü bitirmek üzere idi. Üstad Hazretleri, fakülteyi bitirip üniversiteden alâkasının kesilmesini istemiyordu. Çünkü üniversite talebesi o zaman yok gibiydi. Üniversite câmiasına Nurları anlatacak kimse kalmıyor ve hizmet bakımından zararlı oluyordu. Bu esnada bir İngiliz müsteşrik (oryantalist) gelmişti. Edebiyat Fakültesi salonlarında yedi gün üst üste konferans vereceği ilan edilmişti. Birinci gün, konferansında “Seb’a semavat (yedi kat semâ) âyetini inkâr etmişti. ‘Bugün astronomi çok ilerlemiştir. Yapılan inceleme ve araştırmalar, sema katlarının varlığını tesbit etmemiştir. Bu âyet, ilme aykırıdır’ diye beyanda bulunmuştu. Muhsin Alev ve Ziya Arun, konferansı dinlemişlerdi. Üstad Hazretlerine geldiler ve anlattılar. Üstad Hazretleri hemen İşârât’ül-İ’caz’da ve aynı zamanda Lem’alarda bulunan o âyetinin izahatını, tefsirini, baş taraflarına bir takım ilaveler koyarak bir mektup halinde teksir ettirdi. Ertesi gün bu mektup, konferans esnasında dinleyiciler arasında dağıtıldı. Orada bulunanlar yazıyı görüp konferans başlamadan önce oryantalistin kendisine okuyup tercüme ettiler. Onun üzerine İngiliz müsteşrik ‘Kim bu zât?’ diye sormuş. Ona ‘Bediüzzaman Said Nursi diye bir âlim vardır. O bu âyeti size cevaben böyle tefsir etmiş.’ demişler. İngiliz, o günkü konferansı kısa kesip beş günlük konferansını da iptal ederek Türkiye’den çekip gitmiştir.” (N. Şahiner, Son Şâhitler, 4. cilt, 355-357)
“Risale-i Nur için mümkün olsa derimizi kağıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız”
Üstad’ın talebeleri çok azimliydi. Zübeyir Gündüzalp, Afyon mahkemesinde müdafaa yaparken şöyle diyordu: “Eğer komünistler, mürekkep ve kağıdı yok etmek imkânını da bulsalar, benim gibi gençlerden ve büyüklerden bir çok kişi, fedâî olup, hakikat hazinesi olan Risale-i Nur’un neşri için, mümkün olsa, derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız.”
Risalelerin neşrinde ümit edilmedik şekilde kerametli kolaylıklara mazhar olunduğu gibi, geçim hususunda da fevkalade ihsanlarla karşılaşıyorlardı. Netice itibariyle, Risale-i Nurlarla yaptırılan iman ve Kur’an hizmetinde Nur talebelerine, hem Allah’ın rızası dairesinde, hem İlahî inayet altında aşk ve şevk içinde çalışmalar yaptırılıyordu.
Üstad Hazretleri Risalelerde anlatılan temsiller için şöyle diyor:
“Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü’l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-ı gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye şuhûda yakın bir yakın-i imâniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayâl, hatta nefis ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
“Elhâsıl, yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’aniyenin lemeâtındandır. Benim hissem, yalnız, şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, devâ Kur’an’ındır.”
Mevlânâ Celâleddin Rumî gibi, Üstad Bediüzzaman Hazretleri de Kur’an’da getirilen harika temsiller gibi nurlu ve feyizli temsillerle gerçekleri, avam halkın anlayış seviyesine göre ortaya koymuştur. Zaten o, temsilleri avam felsefesi diye isimlendirir.