Tarihi maddecilik, tabiatçılık ve esbabperestlik gibi şirk ve inkarcı anlayışlar, bilhassa var oluşu, bütün ilimleri, fenleri, hatta dinî inançları bile, ilim ve fen kisvesine büründürülmüş “evrimci görüş” ile izaha kalkışınca, bunlara bağlı bir sürü şüphe ve tereddüdü insanlığın aklına ve kalbine telkin etmişler. Zerkedilen bu zehirler ve manevî hastalıkları yapan mikroplara karşı hemen hazırlanıp üretilen ilaçlar ve antikorlar ortaya konulmadığı için küfür ve inkâr bütün dünyada hızla yayılmış. Bilhassa komünizmin, bütün Sovyetlere ve sonra en büyük nüfusa sahip Çin’de resmiyet kazanıp rejim haline gelmesiyle o toplumların karşı koyamayacakları bir DİNSİZLİK DİNİ olup çıkmıştır.
Buna karşı, Eski Said döneminde de Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin yeni bir Kelâm İlmi yazılmasına dair ifadelerin Zeylü’l-Habâb isimli eserinde görmekteyiz. İF DE MERAM bölümde şöyle demektedir: “Şu sekiz Arapça Risalelerine (Katre ve Zeyli, Zerre, Şemme, Habbe ve Zeyli, Habab ve Zeyli) nazar eden zât! Evvelce yazdıklarımı sadece nefsim için yazmıştım. Sonra hatırıma geldi ki, bunların neşri de nimetin şükrü cümlesinden olur. Tâki insanlar da bunlardan faydalansın. Daha sonra, yazdıklarımı, tekrar gözden geçirdiğimde, bir müddet açıklamakta tereddüt ettiğim bir sırrın farkına vardım. Fakat şimdi o sırrı açıklamak için kalbimde bir sâik hissediyorum. (…) Bu meseleler geliştirilip tanzim ve izah edildiği takdirde, onlardan, bu zamanın fikrî dalâletlerine karşı gayet kuvvetli ve sağlam bir akaid-i imaniye ile yeni bir Kelâm İlmi çıkarmak da mümkün olabilir. Hatta, aklı kalbine karışmış yahut kalbi kesret ufuklarında dağınık vaziyetteki aklına iltihak etmiş kimseler için de, bu meselelerden demiryolu gibi sağlam ve güvenli bir yola çıkarmak ve Kur’an-ı Kerim’in irşadı altında o yola girmek pekâlâ mümkün olabilir. Neden olmasın? Risalelerimde güzellik namına ne varsa Kur’an’ın feyzindendir.
“Allah’a hamdolsun ki, bu yolda Kur’an benim mürşidim ve üstadım olmuştur. Evet kim Ona yapışırsa, kopmaz ve kırılmaz, sapa sağlam bir kulpa yapışmış demektir.”
* * *
“Ben de Mevlânâ Celaleddin Rumî (K.S.) gibi ‘Hayatta olduğum müddetçe ben Kur’an kölesi, Muhammed Muhtarın yolunun tozuyum” diyorum . zira Kur’an’ı bütün feyizlerin kaynağı olarak görmüş bulunuyorum. Eserlerimde hakikatlerin güzelliklerinden ne varsa Kur’an’ın feyzindendir. Onun için, hiçbir eserimin Kur’an’ın mucizelik yönlerine dair bir kısım meziyetlerin zikrinden boş kalmasına gönlüm râzı olmuyor. Nitekim (manzum yazılan ve Hakikat Çekirdeklerinin Çiçekleri olan ) Lemeat Risalesinde Kur’an’ın mucizelik cihetlerinden 40 kadar çeşidini zikretmiş bulunuyorum. Burada, yalnız bir meseleyi teberrüken zikredeceğiz:
“Sen, bir Söz’ü kimin söylediğine, kime söylediğine, niçin söylediğine ve hangi makamda söylemiş olduğuna bak.
“Evet, kelâmın mertebesindeki yüksekliğin, kuvvetin, hüsün ve cemâlin 4 kaynağı vardır: Mütekellim (konuşan), muhatap. Maksad ve Makam. Yoksa ediplerin yanlış olarak ileri sürdükleri gibi sadece makam değildir.
“Aynı şekilde, bir kelâmın lâfzı onun cesedi değil; elbisesidir. Mânası da onun ruhu değil bedenidir. Kelâmın hayatına gelince o da söyleyenin niyet ve hissinden ibarettir. Ruhu ise, konuşan tarafından üflenen mânâdır. Eğer kelâm emir ve nehiy cinsinden ise, o zaman söyleyenin derecesine, konumuna göre bir irade ve kudreti tazammun eder ki, o nisbette kelâmın ulviyet ve kuvveti artar.
“Evet kimsenin kulak asmadığı bir dilek ve kuruntudan gelen fuzulî ve suretâ bir emir nerede, kudret ve iradeyi tazammun eden hakîki ve nâfiz, geçerli bir emir nerede?. Şimdi bak: ‘Ey yer, suyunu yut; ey gök suyunu tut.’ (Hûd Suresi, 11/44) Bu (Nuh tufanı ile ilgili) emir nerede, hummaya tutulmuş birisinin hezeyanlarına benzer şekilde insanın cansız varlıklara temenni vârî ‘Ey yeryüzü sâkin ol, ey gök, yarıl ve ey kıyamet sen de kop!’ diye hitap edişi nerede?
“Aynı şekilde, emrine itaat edilen bir kumandanın büyük ve itaatkar bir orduya düşmanlarının üzerine salan ve onlara galip getiren ‘Arş’ emri nerede? Siz olarak aynı olmakla beraber ciddiye alınmayan ve sözü dinlenilmeyen önemsiz birisinin söylediği emir nerede?
“Kezâ, emri tesirli, hükmü geçerli olan hakiki bir mâlikin tasviri nerede? Veya bir sanatkârın sanatını icra ederken, nimetleri ihsan ve ikram eden gerçek cömert bir zatın ihsanda bulunurken, o sanatlarını ve o ihsanlarını tasvir ederek ‘Şöyle şöyle yaptım, Şunu şunu yaptırdım’ deyişleri gibi Cenab-ı Hakkın ‘Yeryüzünü evinize bir döşek gök yüzünü de bir tavan yaptım!’ buyurması nerede? Sonra bak, nerede bu fiillerle hiç teması olmayan birisinin bu hususlardaki fuzuliyane tasvirleri nerede?
“Kezâ nerede yıldızların kendisi ve nerede onların cam parçalarındaki yansıma görüntüleri? Evet nerede Güneş ve Ay Yaratan’ın melekler gibi mâna üfleyen âyetlerinin kelimeleri? Nerede insanların uydurma şarkılarının eşek arılarının vızıltısına benzeyen sözleri?
“Evet nerede hidayet cevherlerinin sedefi, imanın hakikatlerinin menbaı ve İslâmî Esasların madeni ve Rahman olan Cenab-ı Hakkın Arş-ı zamdan hitab-ı Ezelînin, ilim, kudret ve iradenin lâfızları ile saçılan Kur’an’ın lâfızları? Ve nerede insan hevâ ve hevesinin asılsız lâfları?
“Evet Kur’an öyle bir ağaç yetiştirmiştir ki, onun her bir çekirdeği hayat düsturlarına ve meyveli ağaçlara dönüşmüş ve ondan mâneviyatı ve tatbikatıyla şu İslâm lemi meydana gelmiş ve tâ bu zamana kadar bütün fikirler alacağını ondan almış ve onun üzerinde çalışmış, nihayetinde onun pek yüksek ve yüce hakikatleri, bilinen ve saygı duyulup kabul edilen gerçekler hükmüne geçmiştir. Şimdi ise haddini bilmeyen birileri kalkıyor, bu hakikatlerden bir şeyler de alarak, mâhiyet ve suretini bozacak ve hayat düğümlerini giderecek şekilde onlarla oynamaya yelteniyor sonra da kendi bozuk, kokmuş zevkini âyetlere ölçü ve mihenk olarak sunuyor ve bir iş yaptığını sanıyor. Heyhat muntazam cevherlerin ve saçılmış incilerin üzerine, çocukça hevesler ile giydirilmiş suretler, cevherlerin ve incilerin kendileriyle dengeye gelir mi?
“Şunu da gördüm ki, Kur’an’ın cemâlini müşâhede ve temaşâ etmek, kalbin sıhhat ve selâmetine tâbîdir. Kalbi hasta olan kimse ise ancak hastalığının karıştırdığı şeyi görecektir. Zira Kur’an’ın üslubu işe kalb birer aynadır, her birinde diğeri görünür.” (Katre Risalesinin Hatimesinden)
Şimdi tekrar başa dönüp İlm-i Kelam meselesi üzerinde duracak olursak; daha sonra yani Sözler, Mektubat ve Lemalar gibi ana kitaplar yazıldıktan sonra Üstad Hazretleri Kastamonu Lâhikasındaki bir mektubunda diyor ki: “Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâmı (R.N. Külliyatında) bulunmaktadır. Risale-i Nur, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyanın manevî mucizesiyle açmış, göstermiş, meydandadır.”
Ayrıca, usul-ü tefsir, usûl-ü hadis ve hatta usulü fıkha dair Risale-i Nurlarda yepyeni orijinal ölçüler ve tesbitler vardır. Yeter ki bizler istifade etmeyi bilelim.