Zaten bunlar anlaşılmasın diye yazılmış

Safvet Senih

Safvet Senih

01 Kas 2023 10:20
  • Bir akşam sohbet-i canan meclisinde İzmir-Karşıyaka’da bulunuyoruz. Birinci Dünya  Savaşında İngilizlerle yedek subay olarak savaşan Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimiz de var. Benim elime, Birinci Söz’deki Besmele meselesini daha derin ele alan On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını verdiler. Ben okuyorum, Üstadın, “Risale-i Nur’un mânevî avukatı dediği Ahmet Feyzi Ağabey de izah ediyor. Tabii mevzu derin… Cümle cümle izah ediyor ama halkın birden kavrayıp anlayacağı bir durum yok ortada… Tuzcu Cahit  Erdoğan Ağabey, Ahmed Feyzi Ağabeyin kulağına eğilip “Ağabey, biraz şöyle halkın anlayacağı yerlerden okusanız olmaz mı?” dedi. Ben onlara yakın olduğum  için bu konuşmayı  işittim. Ahmed Feyzi Ağabey ne diyecek diye bekliyorum. Yani hemen başka bir konuya geçebiliriz diye düşünüyorum. Ama, herkesin duyacağı şekilde sesi yükseltip: “Tabiî canım zaten bu Risaleleri Üstad Hazretleri  hiç kimse anlamasın diye yazmış!” dedikten sonra bana dönüp, sert bir şekilde: “Okuu!” diye bağırdı.
    Elmas Kılıçla Et Doğranmaz 
    Altıncı Söz, Cenab-ı Hakkın bize verdiği imkânları, benliğimize yerleştirdiği ince duyguları yerli yerinde kullanıp Allah’ın râzı olcağı  şekilde davranmamız gerektiğini anlatıyor ve eğer öyle davranmazsak, olacaklar hakkında şöyle bir ifade var: “Hem o nazik, kıymetdar âletler, mizanlar istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından; bütün bütün kıymetten düşecekler…”
    Buna misal olarak diyoruz ki: “Uçak motorları, saatları, nano teknolojiye göre yapılan şeyleri, sanatları üretmek için kurulan çok hassas ve hârika bir fabrikayı; esas yapmaları gerekenler şeyleri bırakıp bunların dışında taşları kırmak ve tuzları öğütmek için kullanmaya kalkışırsanız netice ne olur, bir düşünelim. İşte insandaki, ince cihazlar, sır, hafî, ahfa gibi duygular eğer insanın ruhanî yapısının dışında, günahların ağır sıkleti altında kullanılacak olursa, mahvolup çürüyeceklerdir.
    Evet, elmas kılıç ile et doğranmaz.
    Biz Apıştık Kaldık 
    1972 senesinde  İzmir’de Yüksek İslam Enstitüsü talebeleriyle beraber Göztepe’deki arkadaşların kaldığı evde İşârâtü’l-İ’caz  Tefsiri derslerimiz vardı. Bir seferinde bu derse Ahmed Feyzi Ağabeyle beraber Hocaefendi de katılmıştı. Her zaman olduğu gibi Hocaefendi,  Üstadımızın büyük talebelerinin yanında hep sustuğu gibi  Ahmed Feyzi Ağabeyin yanında da susuyor, hiç konuşmuyor, izahlara Ahmed Feyzi Kul Ağabey yapıyordu. Ama Bakara Suresinin birinci sayfasındaki iki “Ülâike” işaret zamirlerinin, nerelere gönderilmesi konusunda  Ahmed Feyzi  Ağabey tereddütte kaldı, ne diyeceğini bilemedi, Hocaefendiye dönüp ege şîvesiyle “İşte görüyorsun, apışıp galdık… Ne susup duruyorsun, doğrusunu  söyleyiversen ya gâri!..” deyiverdi…
    KÜNZÜ  BİLL H!..
    Manisa’nın Turgutlu kasabasından İsmail Girgin isimli bir arkadaşımız vardı. Soyadı gibi girgin bir fıtratı vardı. Konya’da askerliğini bitirmesine üç gün kala, bir kaza kurşunu neticesi vefat etmişti. Kendisi askerde silah tamircisiydi. Allah rahmet eylesin…
    Bu arkadaşımız bir gün dedi ki:
    “Arkadaşları sabah namazına kaldırmak için, epeyce uğraştım, hatta Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin, pişmiş ve etleri kemiklerinden ayrılıp yenildikten sonra kalan  kemiklerine söylediği sözü bile söyledim. O söyleyince keramet olarak tavuk dirilip ayağa kalktığı halde bizimkiler uykudan bile uyanamadı… Kendisine “Sen ne söyledin?” dedik. O “Künzü billah! dedim” dedi. Ona dedik, o, “Kum (ayağa kalk) bi iznillah)” demiş, senin sözünün böyle bir mânası yok.”
    VERD-VİRD-GÜL-Ü  MUHAMMEDÎ
    Maddî nazarla bakanlar, GÜL’de sadece fânilik ve bundan doğan bir hüzün görürler. Onun için bir Fransız şâiri bir dostunu, genç yaşta vefat eden kızı için: “O, bir güldü ve ancak bir gül kadar yaşadı” demiştir. Bizim halk türkülerimizde de şöyle denilir: “Gül açılır yaz olur  /  Ben yârime gül demem  /  Gülün  ömrü az olur.”
    Halbuki bize göre GÜL, Hz. Muhammed Aleyhisselamın remzidir. Bir de “Gül-ü Muhammedî tabiri vardır. Bizim dönemimizde İlahiyat Fakülteleri yerine Yüksek İslam Enstitüsü vardı. Onun için bizim rozetimizde GÜL resmi   vardı.
    Arapça VERD, gül demektir. Aynı kökten gelen VİRD ise, ZİKİR  demektir. Bu münasebetle hayalimde şöyle bir mânâ canlanıyor: Cenab-ı Hak insanı kainatın fihristesi olarak yaratmıştır ve insanda herbir âleme açılmış bir pencere olarak duygular yaratmıştır. Binlerce kabiliyet çekirdeğini de insanın içine ekmiş. İnsan zikir ve fikirle o çekirdekleri geliştirir, çiçek açtırır. Evradlarını ve zikirlerini okurken, insanın içinde gül-ü Muhammedîler açılır.
    Gaflet ve günahlar, o ince duyguları çürütür, dumura uğratır:  “Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazları ve lâtifeleri vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi, o lâtife bir saç kadar sıklete, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hale dayanamıyor. Hatta bazan söner ve ölür. Madem öyledir, hazer et (sakın), dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma (haram ise yeme) bir kelime (yalan ve günah ise söyleme), bir dâne, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma!  Dünyayı yutan büyük lâtifelerini onda batırma.”  (Lem’a’lar, 14. Lem’a)
    Nasıl ki, bazı çiçekler, çok hassas olur, bir hafif dokununca, hemen kapanırlar (küstüm çiçeği gibi),  bazıları da ezan vakti  açarlar (akşamları ezan okununca açan ezan çiçeği gibi).  İşte bu lâtifeler yani ince ve hassas duygular da günahların baskısı ile kapandıkları gibi ibadet ve zikirle de tekrar açılırlar…

    01 Kas 2023 10:20
    YAZARIN SON YAZILARI