Bir adam, işsiz kalmış. Çok aramış ama bir türlü iş bulamamış. Sonra bir sirkin kapısını tıklamış. Onlara ‘’ben işsiz kaldım, ne iş varsa yaparım, bana bir iş verin’’ demiş. Onlar da ‘’burası sirk, burada akrobatik hareketler yapman gerekir, sen bunları yapabiliyor musun?’’ diye sormuşlar. O da ‘’ben bunları yapamam, ama başka ne iş olursa yaparım’’ demiş. Kapıdaki insan, sirk müdürüne gidip durumu anlatmış. Sirkin müdürü de ‘’onu bana getirin’’ demiş. Getirmişler, sirk müdürü adama ‘’siz ne iş olsa yaparım demişsiniz. Bizim dört aslanımız vardı, bunlardan biri hastalanıp öldü, ama seyircilerimiz onun öldüğünü bilmiyor. Aslanların gösterisi başlamadan önce, sana bir aslan kürkü giydirelim. Onların gösteri yapacağı yerde tam ortada bir ağaç var, onlar gelmeden önce sen ağaca çıkarsın, aslanlar gelir gösterilerini yapar giderler sen de ağaçtan inersin, sonra postunu çıkarırsın’’ demiş.
Adam önce çok korkmuş. Aslanlar geldiğinde korkudan titrer, aralarına düşersem beni parçalarlar diye düşünmüş, sonra böyle bir iş de teklif edildiğine göre ben bu fırsatı kaçırmayayım diye düşünmüş. Kendi kendine; sıkı bir şekilde tutunurum, heyecanlanmamaya çalışırım, ‘’Evet kabul ediyorum’’ demiş. Sonra aslan postunu giymiş ve ağacın tepesine çıkıp beklemeye başlamış. Biraz sonra aslanlar kükreyerek gelmişler ve hareketlerine başlamışlar. Gösterinin ortasına gelince, adamın elleri iyice terlemiş, heyecan da artınca ağacı tutamaz olmuş ve aslanların ortasına düşmüş. Korkudan ‘’ben insanım, beni kurtarın’’ diye bağırmış, ama aslanların kükremesi ve müzikten dolayı onu kimse duymamış. Yanındaki aslan buna bir pençe atmış ve kendine doğru çekmiş, kulağına; ‘’kes sesini, bağırıp durma, burada hepimiz insanız’’ demiş.
Buradan hareketle, cereyan eden ve yaşanılan hadiseler değerlendirildiğinde dili, dini, ırkı, rengi, milliyeti, statüsü ne olursa olsun temel ve ortak payda olan insan olma özelliği asla unutulmamalı ve es geçilmemesi gereken bir durum olarak ele alınmalıdır. Rahmetli Prof. Dr. Saffet Solak hocamız, yine rahmetli Özal zamanında çıkarılan -Katma Değer Vergisi (K.D.V.)’ni referans alarak ‘’kim olursa olsun her insana o kadar kolay ulaşılabilir ki, bir gülümseme kafidir, bunun da K.D.V’si bile yoktur’’ derdi. Maalesef çoğu zaman bu durum ihmal edildiğinden, unutulduğundan dolayı, zihinde sanal olarak oluşturulan bariyerler, insanlara ulaşmayı zorlaştırıyor, hatta neredeyse imkânsız hale getirebiliyor. Oysa, bu bariyer ve engellerin büyüğü de küçüğü de sanal algılardır ve kolaylıkla aşılabilirler.
Benzer durumlarda, çoğu zaman ilk adım, yani selamlama, konuşmaya başlama, karşıdakinden beklenir. Bu beklenti, saplantı haline de gelebilir. İnsan, kendisini statü olarak bir yere koyabilir. Ben karşıdakinden daha önemliyim, o bana selam versin, o beni arasın düşüncesinde olabilir. Statü benzeri durumlar, karşıdakinden çok yüksek bile olsa, insanın bunları aşıp, karşıdakinin her çeşit gayri insani yaklaşımlarını göz ardı ederek, önce kendisinin selam verebilmesi, gülümsemesi, karşıdaki insanı tabiri caizce eritir, yumuşatır. Böylece diyalog kapıları açılır, insan ilişkileri gelişir. Bundan da tek taraf değil, iki taraf, hatta toplum kazançlı çıkar.
Günlük hayatımızda da genel anlamda ve dünyanın her yerinde, tanınan tanınmayan insanlara selam verme, hâl hatır sorma, maalesef iyice azalmıştır, zayıflamıştır. Bir insan özelliği olan bu durumları hafife almamak gerekir. Ve mutlaka pratiklerini yapmak lazımdır. Daha sonra da küçük bir hareket gibi görülen, ama çok önemli bir yol olan selam ve hal hatırla başlangıç yapılabilir. Sonra da aynen kompozisyonlarda olduğu gibi bu davranışlar geliştirilir, neticesinde de insanlarla dost olunur, dostluklar arttırılır.
Kayseri’de iken bazen sabah erken bir grup arkadaşımızla Ali Dağı’nın yanındaki Kızıltepe adlı tepeye yürüyüşe giderdik. İlk başlangıçta, grup içindeki bir doktor arkadaşımla beraber yürüyorduk. Biz ne kadar erken gidersek gidelim, tepeye bizden önce çoktan çıkmış ve inişe geçmiş olan, ama yüzü gözü sarılı bir insan, biz çıkarken inmeye başlardı. Üçüncü gün, bu doktor arkadaşımız bana; ‘’bu in midir cin midir acaba ne olduğu da belli olmuyor, her yerini sarmış, yine bizden önce gelmiş karşıdan geliyor’’ demişti. Ben de bu insanla yan yana gelince kendisine selam verdim, kendimi tanıttım. O da başını ve gözünü sardığı örtüyü çıkardı, kendisini tanıttı, nerede çalıştığını söyledi.
Sonra biz yürüyüşümüze devam ettik. O arkadaşımıza; ‘’gördüğün gibi, insan ilişkileri bizim şu yaşadığımız hadiseye çok benzer. Biz selam vermeyince o da selam vermiyordu. Ve böylece biz onu in mi cin mi diye merak edip duruyorduk. Eğer selam vermemiş olsaydık, belki bu şekilde günler, aylar geçebilirdi. Ama şimdi o bizi, biz onu öğrenmiş olduk. Aslında her zaman ve her yerde bu şekilde davranmamız gerekir, davranılması lazım’’ demiştim. Nitekim ertesi gün, bu tanıştığımız insan, yine bizden önce gelmişti ve aşağı inerken çok uzaklardan bize selam verdi, nasılsınız dedi, gülerek yanımıza gelince yanımızda durdu, elimizi sıktı. Sonra da kendisiyle dost olmuştuk.
Demek insan olarak herhangi bir beklenti içinde olmadan, selam verilebilmeli, hâl hatır sorabilmeli, hatta bu tanışıklık ilerledikten sonra yeni tanıştığımız bu insanla dost olup, onun problemleri varsa biz de çözebiliyorsak bir insan olarak ona yardımcı olmalıyız. Bu hiçbir zaman tek taraflı olmaz. Belki onunla samimi olduktan sonra, konuşma esnasında biz bir problemimizi ona açarız, bizim aklımıza gelmeyen çıkış yollarını o bize söyleyebilir.
Benzer bir durumu da 1976-77 yıllarında Ege Üniversitesi Tıp fakültesinde asistanken yaşamıştım. Nöbetimiz olmadığı günlerde, arabası olan birisiyle Bozyakaya Fethullah Gülen Hocaefendiyi ziyarete giderdik. İşte bu ziyaretlerden birine de yine rahmetli Tuzcu Cahit Abinin yeni aldığı arabasıyla gitmiştik. Arabamızda rahmetli Hacı Arif Çağan abimiz de vardı. Gece bu ziyaretten dönüşte, Cahit abi biraz kısa yol olsun diye ara sokaklara girmişti. Karşımızda yolun yarısına gelmiş sallanarak yolun karşı tarafına geçmeye çalışan bir sarhoş gördük. Rahmetli o bilge insan, Hacı Arif abi ‘’eğer bizim elimizden tutulmasaydı, Hocaefendi gibi güzel bir kılavuz bulamasaydık, belki biz de bu insan gibi olurduk. Eğer o bir kılavuz bulabilseydi veya elinden tutulabilseydi, belki bizim şimdiki durumumuzdan bile ailesine, topluma daha faydalı biri olabilirdi. Bunun için, onun şimdi her şeyden daha çok yardıma ihtiyacı var, keşke ona yardım edebilseydik’’ demişti.
Demek ki her vesile iyi değerlendirilip İnsanlarla ilişkiler geliştirilmeli, herkese ulaşılabilineceğinin bilinci içinde olunmalı. Böyle bir gayret sarf edilirken de hiçbir zaman ben karşıdaki insandan daha çok şey biliyorum, ona belli şeyler anlatacağım, ona bazı şeyleri öğreteceğim, düşünce ve davranışı içinde olmayıp, ondan da benim kim bilir daha nice güzel şeyler almam, öğrenmem gerekebilir şeklindeki bir yaklaşım içinde olunmalıdır, olmalıyız.
Kültürümüzde de bunları teyit eden çok güzel atasözleri vardır, el elden üstündür gibi. Her insanda sevilebilecek birçok özellik bulunur. Bir define avcısı gibi, işte bu güzellikleri bulma çabası, belki de çabaların en güzeli ve en hayırlısıdır. Bütün bu gayretler neticesinde de tanışılan, tecrübelerin paylaşıldığı insanlar topluluğundan oluşan cemiyette, toplumlarda, insanlar birbirlerini sever, saygı duyar ve böylece huzurlu bir toplum meydana gelir. Huzurlu toplumda da gelecek nesillere örnek olabilecek insanların sayısı artar.
Hiçbir art düşünce olmadan, bu vesileleri değerlendirmeye çalışan insanlar da hem bu alemde ama en önemlisi esas öbür alemde de kazanılması gereken mükafatları elde etmiş olurlar.