“Gösteriş ve kibir, alçakların ahlakındandır.”
(Umberto Eco)
“Papa’nın yeni makam arabası şaşırttı!”
Evet bu başlıkla verdi haberi havuz medyası. Şaşırmışlardı ve gayet doğaldı bu şaşkınlık.
İstanbul gezisinde hükumetin kendisine teklif ettiği trilyonluk zırhlı araçları reddeden Papa Renault Symbol'ü tercih etmişti ve bu duruma akıl sır erdirememişti havuzcular. Şaşırmaları tabiiydi çünkü Papa kendi memleketinde de bizim dini liderler gibi trilyonluk Mercedes değil Fiat Albea'yı makam aracı olarak kullandığından habersizdiler. Bizim Diyanet Reisi Mercedes’e biniyorsa Papa altın kaplama Royce Royce kullansa yadırganmazdı yani!
Milyarlarca insanın dini lideri 30 bin TL’lik mütevazı araç kullanırken, bizim bilmem kaç milyonluk Türk vatandaşlarının atanan Diyanet Reisi trilyonluk zırhlı araca binmeyi dindarlığın gereği sanması da bu devrin tipik özelliklerinden.
Şimdi sizinle bir fotoğraf daha paylaşacağım. Lütfen aşağıdaki görseli iyi inceleyin.
Bu şahıs herhangi bir lojistik firmasında çalışan hamal değil. İngiltere’nin Başbakanı… Görevinden sonra lojmanını boşaltırken kendi evini kendi taşıyor. Ve başka bir görsel.
Evet, aslında gayet sıradan bir siyaset genel toplantısı gibi görünen bu görselde tuhaflık şurada. Ayakta huşu içinde duranlar saygı ecdada saygı duruşunda bulunmuyor. İstiklal Marşı da okunmuyor bu esnada. AKP’nin 2. Olağanüstü Kongre'sinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mesajının ayakta dinliyorlar. İngiltere gibi koca bir devleti yönetmiş adam kendi evinin kolisini kendi taşıyor, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı yokluğunda mesajı ayakta dinleniyor!
Şimdi biraz geriye İslam tarihine dönelim ve Kainat’ın Efendisi’nin (ASM) hayatından üç tablo nakledelim.
Kütüb-i Sitte’den 5391 numaralı Hadis-i şerif: “Beni Amir heyetiyle Allah’ın Resulünün yanına gitmiştik. ‘Sen bizim efendimizsin!’ diye hitap ettik. ‘Efendi, Allah`tır!’ buyurdular. Biz: ‘Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!’ dedik. Bize: ‘Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi uçurmasın’ buyurdular.”
Aclûnî’nin, Keşfü’l-Hafâ’sından: “Peygamberimiz bir gün sahabelere verdiği bir ziyafet sırasında, onlara hizmet ederken, uzaklardan geldiği anlaşılan bir atlı, Peygamberimizin meclisine yaklaşıp: ‘Bu kavmin efendisi kimdir?’ diye sordu. ‘Bu kavmin efendisini arıyorum’ dedi. Allah’ın Resulü ‘Benim’ demedi. O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap verdi: ‘Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir!”
Ve son olarak İmam Buhari’nin Kitabu’l-ilm’inden: “Peygamberimiz ile birlikte oturduğumuz sırada biri gelip ‘Hanginiz Muhammed`dir?’ diye sordu. Allah’ın Resulü ashabı arasında dayanmış oturuyordu. ‘İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir.’ dedik. Adam ‘Ey Abdü`l-Muttalib`in oğlu!’ diye hitap etti. Peygamberimiz ‘Seni dinliyorum.’ buyurdu. ‘Ben sana bazı şeyler soracağım. Amma soracaklarım (pek) ağırdır. Gönlün benden incinmesin.’ dedi. Peygamberimiz ‘Aklına geleni sor.’ buyurdu. ‘Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına (söyle) bütün halka seni Allah mı gönderdi?’ dedi. ‘Evet.’ buyurdu. ‘Allah aşkına (söyle) namaz kılmayı sana Allah mı emretti?’ dedi. ‘Evet.’ buyurdu. ‘Allah aşkına (söyle) oruç tutmayı sana Allah mı emretti?’ dedi, ‘Evet.’ buyurdu. (yine): ‘Allah aşkına (söyle) zenginlerimizden alıp yoksullarımıza dağıtmayı sana Allah mı emretti?’ dedi. Peygamberimiz (buna da) ‘Evet.’ buyurunca adamcağız: ‘Sen ne getirdin ise ben ona iman ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Bekr kabîlesinden Dımâm b. Sa`lebe`yim.’ dedi.”
Allah (CC) “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” dediği bir insandan ve Allah’ın sevgilisinden bahsediyoruz. Allah indinde, yaşamış en değerli insan. Ve bu kişi arkadaşlarıyla beraberken ortama giren bir yabancı, hangisi olduğunu bilmiyor.
O kadar mütevazi, o kadar halktan biri yani…
Şimdi şu iki görseli değerlendirelim:
Yan tarafındaki gazeteci teybine konuşan şahıs Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö. Yanındaki de eşi, yani ‘först leydi’. Türkiye’yi ziyarete geliyor. Bildiğiniz tarifeli uçakla, Ankara’ya aktarmalı hem de. Hani “ben reisim ulen, ne aktarması doğrudan Esenboğa’ya ineceksiniz”, filan atarı yapmadan.
Şu fotoya ise açıklama yazmaya gerek yok sanırım.
Şimdi yolcularına, sınıflarına ve koltuk kalınlıklarına (İbrahim nasıl rahat mısın annem?) bakarak Finlandiya’yı beşinci sınıf bir memleket zannedenlerimiz çıkabilir.
Bu da dönemin başbakanı, Pelikan mağduru Davutoğlu’nun sofrası:
Reis’in sofrası bundan geri kalır mı?
Nereden nereye demek için şuna da bir bakmanızı isterim:
Öyle ya, imkânları yok demek ki, cumhur reisleri THY’nin tabldot yemeğini yiyerek gelirken, bizim yazdıklarını kendisi bile okumayan boş beleş, adamın olmadığı yerde adam yerine konulan İbrahim ceylan derisinden koltuğunda buzlu sıkma portakal suyunu lıkırdıyor. Dev ekranda da milli maç açık, böyle de vatansever büyüklerimiz var!
Şu kadarını söyleyeyim; kişi başı yıllık gelirleri bizim dört katımız olan bu memleketin sadece bugün ölü haldeki Nokia’sı bile bilinen tüm markalarından daha değerli. İki ülkenin karşılıklı ticaretini ele aldığımızda biz her sene Finlandiya memleketine yaklaşık 950 milyon Avro fazladan para ödüyoruz.
Yani adamların lideri parasız olduğu için değil, mütevazı olduğu için ve büyüklüğü başka şeylerle ölçtüğü için gocunmak tarifeli uçakla geliyor.
Bugünlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun askılı atletinden rant elde etmek isteyen iktidar ve medyası, sallayıp duruyor. Saray’ı da aynı mantıkla inşa etmişlerdi. Neymiş efendim, devletin gücünün tevazuu olmazmış, bakın Osmanlı’ya, filan…
Osmanlı’yı örnek alanların neden kuruluş, yükselme dönemini değil de yıkılma devrini örnek alıp, hatta bu yıkılmaya sebep olan gösterişe takılmaları aptallık değilse hainliktir.
Gidin Topkapı sarayına bir bakın. Yan yana yapılmış mütevazi tek katlı evler göreceksiniz. Osmanlı budur, Dolmabahçe, yıldız Sarayı değildir Topkapı’dır, tevazudur Osmanlı. Cihan devleti böyle olunur. Dolmabahçe bir cihan devletinin çöküş sebebi ve simgesidir! Bizzat yaptıran padişaha bile bir yıl dahi oturmak nasip olmamıştır!
Şimdi şu fotoğrafa bakın:
Evet İngiliz kraliyet ailesinin iki veliaht prensi bu delikanlılar. Yaz aylarında inşaatlarda işçi olarak çalışıyorlar. Ya şu foto:
Evet yabancı değil, gözünüz bir yerden ısırıyor değil mi? Obama’nın kızı Sasha… Babası Beyaz saray’da dünyayı yönetirken kendisi bir restoranda kasiyerlik yapıyordu.
Bu da bizim Başbakanın mahdumu efendim:
Anadolu insanı seçim meydanlarında Allah-Kitap-Din üçgeniyle efsunlanırken Başbakan’ın mahdumu uzak doğu kumarhanesinde milyonları eziyor. Yurt dışındaki milyonlarca dolarlık varlığı soracak medya ise Reis’in uçağında kalın derili koltuklarda maç seyrediyor.
Daha onlarca örnek sıralayabilirim.
İşe trenle giden bakan mı ararsınız, bisikletle giden başkan mı, tatilde karavanla gezen başbakan mı?
Emekli olunca bisiklet tamirciliği yapan ABD başkanı mı ararsınız, maaşı çok bulup, 400 Avro bana yeter gerisini bütçeye koyun dedikten sonra, küçük bir evde yaşayıp, başkanlık konutunu fakirlere lojman yapan Latin Amerikalı başkanı mı yazayım size?
Bunların hepsi bizi kıskandığı için böyle oluyor biliyorum.
Osmanlının çöküş devrine öyküneceğimize, yükseliş çağına öykünsek. Biliyor musunuz bütün veliahtlar çok küçük yaşta bir esnafa mutlaka çırak olarak verilirlerdi Osmanlı’da. Bu sebeple her padişahın mutlaka bir zanaatı vardır. Kimi marangozdur, kimi inşaat ustası, kimi bestekar, kimi ressam. Romancı padişah bile vardır. Oğullarını kumar oynamaya uzak doğuya yollayan günümüz başbakanları ise tahtaya adını bile yazamıyor maalesef!
Sonra da kalkıp siyasi rakibimizi aşağılamak için bahane bulamayınca sofrasına laf ediyoruz, pijama, atlet, terlik eleştirisine giriyoruz. Zannediyoruz ki, büyüklük binadadır, koltuktadır, uçaktadır…
Yanılıyoruz elbette.
Tıpkı batının ahlaksızlığı konusunda yanıldığımız gibi.
Sadece şu son birkaç aylık ülkemizde yaşanan sapıklıklara bakınca, Avrupa’nın toplamında elli senelik bir rezilliği yaşadık ama buna kimsenin gıkı çıkmıyor.
Niye çıksın ki, Alman’a atarlan, Kılıçdaroğlu’na şamar at, al sana siyaset…
Yiyen var azizim yiyen. Bize bu az bile!
Seyfi Mert