“Oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur!”
(Nelson Aldrich Rockfeller)
Önce bir hakkı teslim edelim…
15 Temmuz ile ilgili pek çok gazeteci ciddi okumalar yaptı, meseleyi her yönüyle ele almaya çalıştı. Ahmet Dönmez, Veysel Ayhan, A. Yavuz Arslan gibi cemaate yakın kalemler olabildiğince objektif olmaya özen göstererek bunu yaptılar ve çok değerli yazılar kaleme aldılar.
Ancak nihayetinde işin “Cemaat” yönündeki gazetecilerdi bunlar.
Meselenin havuz yönü tam bir fecaat. Günde en az bin tane “F..Ö” haberi yapanların hiç biri yargılamaları takip etmediği gibi, yargılamaların zihin bulandırdığını, bunlara gerek olmadığını yazan Özlem Albayrak gibi tuhaf beyinler de çıkmadı değil.
Öte yandan vaktiyle var gücüyle Ergenekon savaşçısı olan Sedat Ergin gibi isimler, meselenin Perinçek/Cunta tarafından okumalar yaptılar ve tek gözle olan biteni okurlarla paylaştılar. Cemaat darbe yaptı işte, daha ne istiyorsunuz, şeklinde özetlenebilecek bir peşin kabulle yazılan bu değerlendirmelerin belki çok bir kıymeti yoktu ama yine de en azından havuzcular gibi MİT’in önlerine koyduğu notlara isimlerini ekleyip haber ve yorum diye yayınlamayacak kadar haysiyetliydi Ergin.
İtiraf edeyim bu süreçte en çok Ahmet Nesin’in yazılarından istifade ettim.
Nesin sadece cesur bir şekilde olayın üzerine gitmedi, aynı zamanda meselenin en ince ayrıntısına kadar derinlerine indi, saçmalıkları, sinsilikleri, ahmaklıkları da ortaya serdi.
Bu davaların neden medyadan kaçırılmak istendiğini, Fidan ve Akar gibi isimlerin neden hukuktan kaçırıldığını Nesin’in yazılarına bakarak anlamak mümkün. Çünkü neresinden dokunulsa tel tel dökülüyordu senaryo.
Nesin’in her yazısını okuduğumda hep aynı soru gelip zihnime oturdu: Meseleyi bu kadar net bir şekilde çözmüş olan bir entelektüel, nasıl olur da yaşanan bu alçaklık ve zalimliklere karşı sesini çıkarmaz, insan hakları ihlallerini görmezden gelir?
Evet, nasıl oluyor da kendisi gibi düşünmese de onbinlerce masum insanın hayatıyla oynanmasına tek cümle bir şey yazmıyor, yazamıyordu.
Allah selamet versin bunun cevabını yine kendisi verdi.
Yazdığı “Erdoğan’ın Gülen’siz seçim kazanması zor!”
başlıklı yazıda yürüttüğü mantık ve sunduğu argümanlar, Türk laikçilerinin kadim marazını ortaya koyuyordu.
Ahmet Nesin, üzerinde kalem oynattığı kitleyi zerre kadar tanıyamadığı gibi, her değerlendirmesinde muazzam bir önyargı vardı ve belki de bu önyargı o ve onun gibilerin yaşanan bu zülümlere neden sessiz kaldıklarını, hatta gizli gizli onayladığını açıklıyordu.
Dikkat buyurun Nedim Şener, bir model üstü Ruşen Çakır, bir versiyon gelişmişi Soner Yalçın gibi neredeyse zil takıp oynayan Ergenekon cephesinin kalemşorlarından bahsetmiyorum.
Ergenekon’un gizli açık, muvazzaf-gönüllü kalemlerini ve tetikçilerini bu cümlenin dışında değerlendirmek lazım.
Yoksa Nedim Şener mazlumları savunsa ne olacak, savunmasa ne?
Vesayetin paspas olarak niteleyip cepheye sürdüğü vasatların kitleler üzerinde pek bir etkisi olduğunu zannetmiyorum.
Dönelim Ahmet Nesin’e…
Müthiş rasyonel, akılcı ve en önemlisi korkusuz bir yürek.
Hakkını teslim edelim.
Ama onlarca yazıdan sonra genel bir sonuç çıkarırken ve bu sonuç “Erdoğan’ın işi bitti” gibi iddialı bir ana fikir taşıyorken, bunun sebebinin cemaat ile yollarının ayrılması olduğunu söyleyebilmek için Türk laikçi zihniyetinde olmak lazım.
Hemen şunu söyleyeyim, eğer bu doğru bir fikir olsa Erdoğan cemaatin kılına bile dokunamazdı.
Haşa Allah’tan korkar gibi iktidardan düşmekten korkan birinin, iktidarı bir gurubun elinde olacak ve o da açık açık onlara zulmedecek!
Yok ya!
Evet, cemaatin yollarının ayırmasıyla iktidardaki AKP çok şey kaybetti.
Aklını, vicdanını, devlet dengesini, ağır başlılığını, mantığını ve daha pek çok olumlu şeyi…
Ama başta Erdoğan olmak üzere herkes biliyor ki, cemaatin siyasi bir karşılığı olmadığı gibi, karşıtlığı çoktur. O yüzden hiçbir siyasi yapı onlara sahip çıkmamaktadır.
Ama trafolara kedi sokan, oy çalan, entrika yapanlar sanki cemaatçiymiş gibi ve Erdoğan artık bunları yapamayacakmış gibi bir neticeye ulaşmak Ahmet Nesin gibi bir beyin ve kaleme asla yakışmadı.
Zaten kendisi de bunun farkında.
17-25 sonrasında Erdoğan’ın kazandığı seçimleri “Henüz daha tam yol ayrımına gelmemişlerdi” şeklinde izah etmeye çabalamış.
Yanılıyor elbette.
Ve ilk seçimde yanıldığını yine görecek.
Anlayacak ki mesele oy, seçimle filan olmayacak.
Halkın gerçekleri görmesi ve Erdoğan’ın artık ülkeyi yönetemez hale gelmesinden başka çıkışı yok Türkiye’nin.
Çünkü artık objektif ve demokratik seçim ihtimali kalmadı Türkiye’de.
Anayasa referandumuna bakmak yeterli bu kanaati doğrulamak için.
Devletin tüm imkanlarını kendi uhdesine alan. Muhalefete binde bir oranında bile ekranlarda söz hakkı tanımayan. Sokaklarda seçim çalışmasına izin vermeyen. Tehlikeli bulduğu isimleri Demirtaş gibi hapse atan. Atamadıklarını denetimli serbestlik adı altında bir yere kilitleyen, mahkemeleri oyuncağı yapan, YSK’yı emir eri durumuna getiren, Anadolu Ajansı gibi ciddi bir ajansı üç günde dünyanın en itibarsız paçavrasına çeviren ve seçimlerde istediği manipülasyonu bununla yapan, oyları çaldıran, değiştiren, olmadı imzasız oyları geçerli sayan, olmadı rakamlarla oynatan birinin gelecek seçimlerde bunu yapmayacağını mı zannediyorsunuz?
Hakikaten çok safsınız..
Kusura bakmayın ama sayın Nesin, eğer bu görüşünüzde samimiyseniz siz de safsınız…
Şunu iyi bilin, Erdoğan kaybedecekse kendi kendine verdiği zararla kaybedecek. Çünkü onu durdurabilecek hiçbir güç artık kalmadı önünde.
Meral Akşener de dahil kimsenin bu memleketin çıktığı diktatörlük yolundan geri çeviremeyeceğini düşünüyorum.
Artık çok geç…
Maalesef çok geç…
O yüzden cemaat ile yollarını ayırdı artık seçim kazanamaz tezine kendinizi inandırmaktan vazgeçin.
Seyfi Mert