Hani derler ya; "Kurt kuzuyu yemeyi kafaya koyduğu zaman suyu bulandırmasına gerek yoktur."
Hâkimin karşısında ipe sapa gelmez suçlama sebeplerini dinlerken; "Ya hu bunlar bize zulmetmeyi kafaya koymuş. "Haksızlığı meslek edinmiş kimseden hak iddia etmek Hakka karşı haksızlıktır" der Üstad Bediüzzaman.
Devletin izin verdiği legal faaliyet gösteren bir bankasına para yatırmak, Milli eğitim bakanlığının denetimindeki bir okula veya dershaneye çocuğunu göndermek, TBMM'nin "Devlet üstün hizmet ödülü" verdiği bir yardım kuruluşu olan "Kimse Yok mu" derneğine yardımda bulunmak gibi şeyleri suç sebebi sayıp; hatta bunları dünyanın başına bela olmuş İŞİD ve PKK gibi terör örgütlerinden daha tehlikeli görmek, tam bir akıl tutulması.
Zemheri soğuğundan beter bir suratla, kaşlarını çatıp; "Tutuklanmasına karar verilmiştir" cümlesiyle morallerimiz bozulsa da farklı bir karar beklemiyorduk.
Mahkum edilen kardeşime teselli bâbından bir şeyler söylemek isterken, çatık kaşlı somurtmuş suratlı hâkim; sesine farklı bir ton katarak, "Götürün" dedi her iki yanında bulunan jandarmalara hitaben.
İnsan bu; neticeyi bilse de "Belki belki" diye diye, bandırıyor umudun zehirle pişmiş aşına kuru yavan ekmeğini.
Kardeşimi alıp götürürlerken, mahkeme heyeti kendilerine ayrılan kapıdan salonu terk ederken, tam o sırada içeriye genç ve güzel bir bayan "Şerefsiz" diye bağırarak mahkeme salonuna girmeye çalıştı. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken, genç kız bir hamlede zâbit kâtibinin yakasına yapışmış tartaklamaya başlamıştı.
Araya girenler zor da olsa zâbit kâtibini kızın elinden kurtardılar ama zâbit katibinin suratı kızın tırnak yaralarıyla kan revan içinde kalmıştı.
Biz olayın şokunu atlatıp, cezaevine gidecek olan kardeşimle bir iki kelime konuşabilir miyiz diye jandarmayla koridorda bir müddet didiştikten sonra boşuna çabaladığımızın idrakiyle adliye binasının çıkışına doğru yöneldik.
Annemin hem yaş itibariyle hem de yaşanan onca zulme dayanması hakikaten zordu. Ve adliye binasından çıkar çıkmaz başı döndü sendelemeye başladı. Hemen en yakın banka oturtup çantamda taşıdığım pet şişedeki suyla yüzünü yıkadık. Kendisinde gelmesi için bir müddet beklemek istedik. Allah'ım bu nasıl bir dünya! Bizim o banka oturmamıza, yaşlı annemizin evladına üzülüp ağlamasına bile tahammül edemeyen bir görevli geldi, "Hoop burası ağlama duvarı mı? Gidin başka yerde ağlayın" deyip; alaycı bir üslupla bizi adliye binasından uzaklaştırdılar.
Kalktık oradan. Annem o halde hareket edecek gibi değildi. Adliyenin hemen yanındaki yeşil alana kendimizi attık. Kendimize uygun bir ağaç bölgesi ararken, bir ağacın altında ağlamaktan gözleri kızarmış, biraz evvel mahkemeyi birbirine katan kızı gördüm. Annemi bodur bir ağacın altına oturttuktan sonra kardeşimi de teslim edip, gazeteci refleksiyle soluğu kızın yanında aldım.
Yanına sokuldum. Sesimi merhamete bandırıp en ılık bir ifadeyle seslendim.
- "Merhaba" dedim. Cevap vermedi. Cevap verecek gibi de değildi.
- "Yardımcı olabilir miyim" dedim. Yine cevap vermedi.
Oturdum yanına. Dizim dizine değecek kadar.
Güzel hilal kaşlarını çattı "Şerefsiz" diye mırıldandı.
O zabit katibi sana ne şerefsizlik yaptı ki, seni böyle üzdü?
"Boşveer. Hem sen kimsin" dedi.
-Ben size yardım etmek isteyen iyi niyetli bir gazeteciyim.
"İyi niyetli mi" dedi.
"Evet" dedim. Acı bir tebessüm etti.
"Gazetecinin iyi niyetlisi olur mu" dedi.
"Olmaz mı" dedim.
"Olmaz kardeşim olmaz" dedi. "At önüne üç beş kuruş yazmayacakları yalan, atmayacakları iftira yok bunların"
"Belli ki sen" dedim "Bu gazetecilerden hayli dertlisin"
"Evet" dedi. "Sadece gazetecilerden değil, cahil cühela halktan da"
-İyi de halk ne yaptı ki sana?
-Ne yapacaklar, gazetelerin yazdığı yalan yanlış demeden inanıyorlar.
-Sen hala durumunu izah etmedin.
-Ben iki ay öncesine kadar o mahkemede çalışan zabit kâtibiydim.
-Eee
-O suratını tırnakladığım şerefsiz bana evlenme teklif etti.
-Allah Allah
-Ben de karakterini bildiğim için kibarca reddettim
-Sonra
-Sonra bu ısrar etti. Ben de son sözümü söyledim. Derken bir gün bu beni telefonla aradı. Teklifini kabul etmezsem beni FETÖCÜ diye ihbar edeceğini söyledi. Tabii ben deliye döndüm. "Ulan it" dedim. "Elinden geleni ardına koma lan" dedim telefonu yüzüne kapattım. Düşündüm ki bu şerefsize kimse inanmaz. Çünkü benim ailem parti teşkilatında aktif çalışıyor. Yanılmışım ailem dahil herkes inandı.
-Nasıl yani?
-Nasılı şu: Bu köpek telefonda dediği gibi ihbar etmiş. Bir gün elime bir yazı tutuşturdular. "672 sayılı KHK ile devlet memurluğundan ihraç edildiniz"
Ben şoktaydım tabii. Şokun büyüğünü sonra görecektim. Eve geldim durumu izah ettim. Annemden başka kimseyi inandıramadım. Babam "Koskoca istihbarat yanlış yapmaz. Bizden habersiz ne haltlar karıştırdın" deyip hesaba çekti. Ahh zavallı babam! İl başkanlığına oynuyordu. Sonrası malum yükselecek, yükselecek... Beyefendinin hayalleri benim yüzümden suya düştü. Ertesi gün gazeteler de ihraç listesi yayınlanınca eş dosttan duymayan kalmadı. En yakınlarımın bile çok ağır hakaretlerine maruz kaldım. Ve bugün bu haldeyim. Ailem tarafı olduğu partinin hışmına uğramamak için beni dışladı. Her şeyimi kaybettim.
-Hele dur yaa. Bu kadar umutsuz olma. Her derdin bir çaresi vardır.
-Vardır öyle mi?
-İnsan umudunu kaybederse ona da çare var mı? İnsanlara, hele en yakınlarına itimadı sarsılırsa, o insanda yaşama şevki kalır mı? Yaşama şevki kalmayan bir insan bir şeye yarar mı? Yok yok hanımefendi. Benim için her şey bitti. Lütfen beni dertlerimle yalnız bırakır mısınız.
-Ne olur böyle düşünmeyin. Ben size inanıyorum. Bu gözyaşlarında yalanın zerresi yok. Belki yakınlarınız sizi anlamamış olabilir ama sizi anlayacak yardımcı olacak insanlar da var şu hayatta.
-Yook yok!
-Bak, hayat bu şehirden ibaret değil.
-İyi de ben nereye nasıl giderim.
-Benimle gel. Tutunuruz sabır ve tevekkülle umudun kopmaz ipine. Yeniden başlarız her şeye.
-Hanımefendi siz beni anlamadınız galiba. Ben afişe olmuşum. Nere gitsem tanırlar. Hiçbir işte çalışamam. Çalışamazsam karnımı nasıl doyuracağım. Nasıl hayatta kalacağım.
-Bak canım kardeşim. Çalışmana gerek yok. Bir müddet benimle kalırsın. Hep böyle gidecek değil ya bu devran. Elbet bu zulüm de bitecek. Hakikat er-geç açığa çıkacak o zaman her şey bambaşka olabilir. Dünyada iyi insanlar da var seni anlayacak.
-Peki ben niye göremiyorum bahsettiğin iyi insanları. Hani neredeler? Kendi ailem bile kendi istikballeri için beni reddetti.
-Bak yine karamsarlığa başladın.
-Doğru ben karamsarım. Yaşadıklarımı siz yaşamadınız tabii.
-Nereden biliyorsun.
-Sahi siz kimdiniz yaa! O mahkemede ne işiniz vardı.
-Aynı dert. Biz de senin uğradığın iftiralara uğradık. İşimden oldum. Gazetem kapandı ailemden iki kişi sana atılan iftiranın aynısıyla müebbetle yargılanıyor. Daha sayayım mı..?
-Haa anladım sen o gazetedensin...
-Şimdi ne yapacaksın?
-Ben buradayım. O şerefsizi takip edip öldüreceğim.
-Yapma! İstersen benimle gelebilirsin. Bize gidelim. Dediğim gibi evimiz müsait. Sonra bir hal çaresine bakarız.
-Hadi ama kardeşim çok uzattın. Beni yalnız bırak. Bi yere gitmiyorum ben.
-Ne olur! Gel beni dinle. Bak bende aynı saçmalıklardan dolayı kardeşimi cezaevine yolladım.
-Ama sen kardeşinin arkasında duruyorsun.
-Tamam. Sen de benim bir kardeşimsin. Gel beraber omuz omuza verim aşalım engelleri.
-Ooff of! Lütfen yeter ama artık beni yalnız bırak.
-Pekala. Bari şu kartımı alın, fikrinizi değiştirirseniz arayın lütfen.
-Tamam tamam şimdi gidin lütfen.
Ayrılmak zorunda kaldım. Annemi de alıp eve döndük. Sabah çok erken saatlerden beri adliye koridorlarında gün boyu ayakta kalmaktan bitap düşmüştüm. Geçip odama uzandım.
Uyandığımda zaman hayli ilerlemiş, gün kararmıştı. Kalkıp elimi yüzümü yıkayıp, bir şeyler atıştırmak için mutfağa geçtim. Bir taraftan bir şeyler atıştırırken, diğer taraftan da haberleri izlemek için kanallarını dolaşıyordum.
Aman Allah'ım! Lokma boğazımda kaldı. Öğleden sonra dakikalarca ikna etmeye çalıştığım kız, adliyenin yakınındaki üst geçitten kendini alttan geçen arabaların önüne atarak intihar etmiş...
Ya mûfettihel ebvab iftehlena hayrel bab
Sebepler sükut etti imdat et bize Ya Rab
İstemem yarılmasın hiç sarsılmasın turaab
Ne olur mahşere de kalsın istemem hesab
Zeynep ZAHİDE
*Türkiye'de yakın zamanda yaşanmış gerçek hikayenin anlatıldığı yukarıdaki yazıda, ilgili diyaloglar hayali olarak canlandırılmıştır