Havadaki nem dışarı çıkmaya cesaret bırakmadığı bunaltıcı Ağustos sıcağıyla birleşince, soğuk sıcak tanımaz çocukların zoruyla akşam serinliğini mutlaka değerlendirmek için bebek arabasına bindirdiğim dört yaşındaki kızımla parkın yolunu tuttuk.
Parka giderken hiç susmamak üzere cıvıl cıvıl konuşan kızıma cevap vermeye çalışırken, çoktandır görmediğim; tatile gitti diye bildiğim şükran ablayla karşılaştık
"Aman Allah'ım! Bu kadına ne olmuş" demekten kendimi alamadım. Yaklaştı. Selam verdim almadı. Selamı bir kez daha sesimi yükselterek tekrar edince; "Haa Zeynep sen misin? Aleykümselam" dedi.
- Abla hayırdır bu ne hal, dedim.
- Bir şey yok. dedi.
Dili yok diyordu ama; hâli haykırır gibiydi her şeyi. Belli ki konuşmak istemiyordu. O şen şakrak hayat dolu kadın görüşemediğimiz bir-iki ayda sanki yirmi yıl yaşlanmıştı.
- Abla ne oldu sana? Anlatsana Allah aşkına.
Gözleri çakmak çakmak, yağmur yüklü bulutlar gibiydi. Girdim koluna; "Hadi gel kız oynarken biz de biraz dertleşelim seninle" deyip, parktaki Manolya ağacının altındaki banka oturduk.
"Zeynep sana zarar vermesinler" diyebildi titrek dudaklarla.
- Abla bana kim niye zarar versin ki
- Hükümetin adamları. dedi.
- Neden? dedim.
- Benimle konuştuğun için.
- Hasbunallaah! Abla şunu biraz aç hele. Biz seninle iki-üç ay oldu görüşmeyeli. Tatile gidiyorum diye gittin ama sanırım sen zaman tüneline girmiş yirmi otuz yıl ileri gitmişim. Baksana şu haline. Hadi anlat ablam çatlayacağım meraktan.
- Tatil değildi
- Eee nere gittin o zaman?
- Bizim kız Afrika'daki Hizmet hareketine ait bir kolejde eşiyle birlikte öğretmenlik yapıyorlardı. Hamile olan kızım; Türkiye'nin sağlık alanındaki şartları Afrika'ya göre daha iyi olduğu için, ne olur ne olmaz diye, doğumu Türkiye'de yapmak için Türkiye'ye geldi. Ben de hamileliğin son günlerinde kızımın yanında olmak için kızıma bizim yazlığı düzenledim. Orada ağırlayacaktık; Kızımın sağlıklı bir erkek bebeği oldu. Hastaneden çıkardık, her şey iyiye gidiyordu. Bir gece yarısı evimizi polis bastı. Neyle suçlandığını bile söylemeden, bir haftalık lohusalı kızımı alıp götürdüler. Ne yapacağımızı şaşırdık. Akrabalarımızdan avukatlar vardı üç-beş tane; Allah'ım bu nasıl insanlık gelip kızımı savunmadılar. Evde bebek ağlıyor. Çocuğun annesini emmesi lazım şaştık kaldık. Sabah Emniyet Müdürlüğü'ne gittik görüştürmediler. Üç gün emniyetin önünde bekledik. Yalvardık "Ne olur, müsaade edin şu bebeği annesi bir yirmi dakika emzirsin" Bir sürü azar işittik. Üç gün sonra kızımla on dakika görüşmeye müsaade ettiler. Kızımı gördüm, mahvolmuştu. Üç gün boyunca çok az kuru ekmek ve su vermişler. Ama çok hakaret etmişler. Zaten lohusa olan kızımın psikolojisi tamamen bozulmuş, tanınmaz hale gelmişti.
Kızıma; "Seninle işimiz yok. Kocan gelsin seni bırakalım" demişler. Emniyetten çıktım damadı aradım. "Oğlum durum bundan ibaret" dedim. Çocuk ilk uçakla atlayıp geldi. Daha havaalanında gözaltına almışlar. Bir hafta kızımla görüştürmediler. Bir hafta sonra kızın yanına getirmişler damadı. Önce hem kızıma, hem dâmadıma ağır hakaretler etmişler. Dayanılmaz işkenceler yapmışlar. Kızım sütten kesildi.
Bunları anlatırken Şükran abla o anları yeniden yaşıyordu. Göz pınarları çağlayana dönen Şükran ablanın göğsüne sığmayan nefesi eğer zâlime temas etse kezzab gibi yakardı şüphesiz. Hıçkırıkları boğazına düğümlenen Şükran ablayı sakinleştirmek için başını göğsüme dayadım, beraber ağlamaya başladık. Derin bir nefes alıp devam etti.
- Kızımla dâmadıma itirafçı olmaları için çok ağır işkenceler ettiler. İnsan bir yere kadar dayanır da o son yaptıklarını insanlığını yitirmemiş hiç kimse yapmaz, yapmaz Zeynep.
- "Ne yaptılar ki" dedim. Demez olaydım. Yine hıçkırıklara boğuldu. Uzun süre sustu. Belli ki söyleyeceği şeyi yürek kaldırmıyordu. Sonra; O namussuz oğlu namussuz kızımın yanında dâmadıma tecavüz etmiş. Sonra da eğer itiraf etmezsen bunu karına da yaparız. demiş. Kızım orada bayılmış. Ayıkdıktan sonra bir daha da konuşmadı. Şimdi yaşayan bir ölü.
Taraftarı olduğum hükümetin bu kadar alçalacağını beklemiyordum. Şükran ablanın başı göğsümde uzun uzun ağladık. Bizim bu halimiz, parkta çocuklarını gezdirenlerin dikkatini çekse de; son zamanlarda gölgesinden korkar olmuş halkımızın gelip bizimle dertleşmeye cesareti yoktu.
Kendimi toparlayıp; kekeleyerek peki dedim "Şimdi neredeler çıktılar mı?"
"Yok" dedi. Sustu bir müddet.
- Kızımı saldılar. Saldılar ama; dediğim gibi kızım artık yaşayan bir ölüydü. Hatta kocasının ölümüne bile ağlamadı.
İrkildim!
- Ne ne ne kocasının ölümüne mi dedin. "Evet" dedi. "Hapishanede ayakkabı bağcığıyla intihar etti deyip cenazesini verdiler." Kendimi tutamadım yüksek sesle "Aman Allah'ım" deyiverdim. Olamaz olamaz diye uzun süre ağladım. Benim hayret ifade eden bu çığlığım bir anda parktakilerin dikkatini çekmişti. Yaşlı bir teyze; "Hayırdır" dedi " Ne oldu yardımcı olabilir miyim?" İkimiz de yaşlı teyzeye cevap veremedik. Biraz kendimizi toparlayıp, teşekkür edip teyzeyi gönderdik. Artık biz de kalkmalıydık. Önce parkta oynamaya doymayan kızımı ikna edip evin yolunu tuttuk.
Yolda Şükran abla devam etti.
-İntihar değil aslında. Resmen öldürmüşler dâmadı. Kendini ayakkabı bağcığıyla banyonun perde askılığına asmış diyorlar. Yahu adam yalan söylerken önce söylediğinde kendi inanmalı. Dâmadın ayakkabısı bağcıklı değildi. Hadi ipi bir yerden buldu; o askılık seksen kiloluk dâmadı nasıl taşıdı. Yalan içinde yalan işte. Katlettiler dâmadımı Zeynep. Cenazesini yıkayan babası söyledi. Vücudunun değişik yerlerinde morluklar varmış. Gözü şişmiş çenesi de kırıkmış.
Dâmadın cenazesini alıp memlekete götürdük. Cami imamı cenaze namazını kıldırmadı. Bizim hısımlardan üç - beş kişi bulduk; cenaze namazını da babası kıldırdı. Defnettik. Allah rahmet eylesin.
Cıvıl cıvıl yaşarken özler olduk ölümü Zeynep. Ama can kuşum yaşadıkça göğsündeki kafeste, bunlarla mücadelem bitmeyecek Zeynep. Kim korkar kinle çatılan kaştan. Bundan böyle bir iken bine katlayacağım mücadelemi. O sabiyi babasının yolunda azimle büyüteceğim. Onlar bizim dünyamızı mahvettiler belki ve bu vesileyle ahiretimiz kurtuldu. Ama onlar için yaşasın cehennem... Yaşasın cehennem.
Zeynep ZÂHİDE