Öyle zor ki
dostlar, düşen her ateşin yangınlar çıkardığı şu sineye Hizmet Hareketine
mensup insanlara reva görülen zulümleri sizlerle paylaşmak için bana gönderilen
mağdur mesajlarını okuyup ve sizinle paylaşma işi. Gönderilen mağdur mektuplarını
bazen sizinle paylaşmaya haya ediyorum. Benim yüreğim kaldırmıyor sizin yüreğinizin
de kaldıracağını zannetmiyorum. Zira Hizmet Hareketine mensup insanların dünyasında
tek geçerli değer sevgi olduğu için yapılanların bu hassas yüreklerde ağır
tahribata yol açmaması için sizlerle paylaştığım mağdur mesajlarının bir çoğunu
aynen aktaramıyorum.
Zulüm bitmek bilmiyor. Zulüm yapmak zalim için adeta içtikçe azdıran iksirli bir mayi sanki. Bugün sizlerle bana gelen bir mektubu paylaşacağım. Bazen gelen mektupları aynen size aktarırken bazen de sizlerin sabır kadehini taşıracak kısımlarını benim yüreğime gömüp, tarihin not defterine kaydediyorum. Bir gün gelecek bunların hesabı hukukun egemen olduğu bir dünyada görülecek. Bunlar, imanın şartlarından olan “Ahirete iman” mevzuunn sadece demagojisini yapıyorlar. Zira ahirete iman hakikatinin ciddiyetini, sıratı geçme dünyada yapılan hazırlıkla mümkün olacağını idrak etselerdi, üç kuruşluk dünya menfaati için onur ve haysiyetlerini bu denli ayaklar altına almazlar, şimdi yaptıkları zulüm ve zalime verdikleri desteğin zerresini yapmaya cesaret edemezlerdi.
Aşağıdaki mektup, malum dört harften oluşan, dili kuruyasıcaların uydurduğu; dinin ve Kur’an’ın kıstaslarına vurduğumuzda söyleyenlerin imanlarını tehlikeye atan o mel’un kelime gerekçe gösterilerek görevinden ihraç edilmiş bir kardeşimizin mektubu.
……
Sonra dostun nice dost
Düşmanın nice düşman olduğunu görmek
Fırtınayı
Tufanı göğüslemek
Yenilmemek
Yıkılmamak
Zordur
Açlığın gencecik gelinlere pusu
Ve körpe canlara mezar olduğu
bu zalim dünyada*
Dayanmak
Direnmek
Ve bir bayrak gibi gerilmek
Zulmün
Zorbalığın
Dönekliğin önüne
Zor olan bir şey daha var elbet
Alnının orta yerinde
Hıyanetin mührü
Ve göğsünün gürültüsünde
Korku yatarken
Aydınlık günleri düşlemek
Sevgiyle
İçtenlikle öpmek çocukları
Ve dünyaya
Gururla bakabilmek
Kimseyi suçlamayacaksın elbet
……
Orhan Kotan
Bir Cuma akşamı, Ankara’dan gelen birkaç sayfalık soruşturma kağıdında, şu gsm numarasını kullanan silahlı terör örgütü F… üyesi kimdir? sualinin aradığı cevap ve babamın, eşimin, arkadaşlarımın teker teker karakola çağrılarak verdikleri ifadelerde ‘’kim olduğunu bilmiyoruz’’ dedikleri gönüllü bir persona non granataydım ben.
Bir tuzağın eşiğinde, bir hafiye şeraresi arefesinde, ensemizde zalimin kokuşmuş nefesi, korkular, tedirginlikler... Aklımdan daha önce yaşananlar film şeridi gibi geçiyordu. Bir sabah vakti ansızın evinden götürülen dostlar, sağa sola savrulmuş insanlar, saklananlar, kaçırılmalar, eziyetler, işkenceler, ölümler. Daraldıkça daralan dünya… Ve tüm bunlardan sonra aranan bir kaçış… Hz. Ali(r.a)’ye ithafen, gökyüzündeki her uçağa “Kaçıp gitmek için ne kadar güzel bir binek’’ diyordum artık. Cafer b. Ebi Talip misali, belki bil’mana ile belki günümüze uyarlayarak ''Ey kral biz cahil bir millettik. Putlara tapıyorduk, paraya, güce, eve-barka, makama, atalarımızın kahramanlıklarına tapıyorduk. Çirkin işler yapıyorduk. Akrabalarımız, dostlarımız, yıllardır bizi tanıyanlar bizimle alakayı kesiyor, ihbarlar ediyor. Komşularımız en yakın karakola bizleri jurnalliyor, bir ucuz kahramanlık peşinde “Aha işte bu teröristtir’’ deyip parmakla gösteriyorduk. Güce tapanlar mazlumları eziyor, namuslu kadınlara yapılmadık kalmıyor, analar hapishanelerde sütlerini sağıp lavabolara döküyorlar, babalar akla hayale gelmez işkencelere maruz kalıyordu. İşte böyle bir atmosferde biz davamızdan dur olmuyorduk. Bunun üzerine bize yine saldırıyorlar, eziyette bulunuyorlar, davamızdan dönüp kendi putperestliklerine tav olmamızı bekliyorlar. Olmadık işkenceler ve zulümler yaptıkları için kendi vatanımızı bırakıp senin ülkene geldik. Burayı, vatanımıza tercih ettik, himayene sığındık. Buraya herhangi bir zulme uğramayacağımızı umarak geldik….'' diyebileceğimiz bir diyara göç vaktiydi benim için.
O hengamede ilk gitmek istediğimiz yer, çok samimi bir abimin ikamet ettiği bir başka Müslüman(!) ülkesi olmuştu. Ama öğrendik ki zalimler bütün coğrafyalarda aynı gıdalarla beslenirlermiş. İster mü’min ister gayrı müslim olsun onların tek dertleri sahip olduğu imkanların bir gün elinden gideceğini düşünüp; yalını yerken yanına yaklaşan her kim olursa olsun yalını paylaşacağını zannederek, yaklaşanı parçalamaya kalkan azgın köpekler gibidirler.
Ve zulümler hızla çoğalan bir virüstü. Maalesef bu coğrafyaların alameti farikasıydı. Tıpkı o cahiliye günleri gibi. Tarihin bir tekerrürü, kaderin cilvesi… Bize bağrını açan, o günün ehli kitap Habeşistan'ı olduğu gibi bugünün de bir başka ehli kitap ülkesiydi.
“Bir bavula sığdırılan hayatlar…’’ lafını ne çok duymuştuk. Şimdi gitme vakti ya, ben ve eşim 2 bavul ve 2 çantaya bir hayat sığdırıyorduk. Geride ana, baba, kardeş, abi, abla, dost, arkadaş bırakıyorduk. Yağmurlu bir ocak akşamı Rabbim’den bize hazin bir tablo… Eserin adı ‘’Ayrılık Vakti’’. Ne kayınpeder ne kayınvalidem gelemediler havaalanına kadar uğurlamaya.'' Yüreğim dayanmaz.'' deyip kayınpederimin gözyaşlarını hatırlıyorum arabaya binerken… Henüz 5 ay önce evinden gelinlikle uğurlarken kızını aklına gelmezdi neticenin bu olacağı. Kim bilir terk ettiğimiz hanemize döndüklerinde salonumuzun duvarları ne hüzünlere şahit olmuştur…
Arabaya bindik ve bir dosttan bir not: “Dikkatli olun bugün yollarda çevirmeler var” “Ya Ali sen o zaman küçüktün. Biz dışarı çıktığımızda içeri girmemizin, içeri girdiğimizde ise dışarı çıkabilmemizin garantisi yoktu. Bıçaklar gayzla bileniyordu bizim için” sözünün hatırında 1 saatlik havaalanı yolculuğu… Ne bir akraba ne bir arkadaş. Sadece ailemizin haberdar olduğu ama onların da kestiremedikleri bir kayboluşa gidiyorduk. Babamın apronda dediği söz “Oğlum bıyıklarım beyazlamış geçen aynaya baktım da”… Annem… “Hadi gidin oğlum biraz tatil yapın’’ deyip elini öpmem için uzattığında ve sarıldığımda boynuna ikimizde biliyorduk, bu gidiş bir tatil gidişi değildi… Annemin gözlerinde boşanan yaşların içinde boğulurken ben, “Anne ne ağlıyorsun alt tarafı balayı’’ demiştim. İkimizde biliyorduk ki bu balayı çok uzun olacak gibiydi. Bir gerilim filmi tatsızlığında gerim gerim gerildiğimiz pasaport kontrol noktasında, “iki kişiden ikincisinin” ürpertisi gibi kalbim titrerken, eşimin o hendekten atlamasıyla bir nebze rahatladım. Rahatladım çünkü o bu eşikten kurtuldu ya ben bu çukurda takılsam da bana değildi gam. O hendeği ben de atlayınca, son bir bakış attık arkadakilere… Yüzlerinde tebessüm, dudaklarda “güle güle’’ kalplerde ise “Gitmeyin!’’ nidası…
Uçağın tekerlerinin zeminden ayrılması bir ayrılık busesi gibiydi vatanına, sevdiklerine. Küçük pencereden izlediğimiz İstanbul manzarası, o hüzün tablosunun bir başka açısıydı… Arkama dönersem, Haticemi görürsem, gidemem kalırım Mekke’de duygusuyla, arkasını dönüp “Ey Mekke vallahi seni ne çok seviyorum. Bu zulüm olmasa senden ayrılmazdım’’ duyguları arasında bakıyorum tepeden İstanbul’a. Bir nebze Halil ve Habib duygusu içimizde…
Başını yaslamış bağrıma, gözleri yaş
Başım yaslı başına, saçları yaş
Süzülürken demirden alamet göklerde, bir niyet sorgusu içimizden; ''Rabbimiz arzın dar değil, ayrıldığımız yerin, varacağımız yerin, yaşayacağımız hayatın ve öleceğimiz anın sebeb-i mucibesi Sen ol''
Uçağımızın indiği yerde bizi karşılayan eski bir dost. Bir büyüğüm. Ensarım. Abim… Hava soğuk, yerler buz. Biraz şaşkınlık. Birkaç gün kaldığımız otelden sonra bulduğumuz tek odadan ibaret bir ev. Elhamdulillah. İstanbul’da kaldığımız 100 m2’lik evin bize küçük geldiği zamanları hatırlayınca dudağımızda alaycı bir tebessüm. Ne burası “Şuraya takım olsun” diye aldığımız mobilyalarımız ne de diğer eşyalarımız var... Yalnızca 15 m2’lik bir cennetimiz var şimdi..
Adaptasyon, alışma, dil... Abdurrahman b. Avf(r.a) gibi elime urgan yaptığım küçük bir işim vardı. Tebdili mekanın zihinlerdeki bulanıklığı gidermesi hakikatinin gölgesinde, geride kalanlara edilen dualar ve hal-i ızdırarla bir hayattı burada yaşadığımız. Böyle geçen günlerden birinde buradaki bir esnafın dükkanında Alex adında yerli biri ile karşılaşıyorum. Alex’in espri olsun diye tebessümle söylediği bir söz var ki aklımdan çıkmayan…''Welcome you terrorist!'' Evet trajikomik bir espriydi bu. Ancak gülüp geçilecek bir söylemdi bize memleketimizde yapıştırılan bu yafta. Öyle bir teröristtik(!) ki Alex’lerin çocuklarını emanet ettikleri okullarımız var. Pawel’lerin alışverişte güvendikleri esnaflarımız vardı. Helen’lerin çaylı muhabbetlerine dilbeste oldukları ablalarımız vardı. Ve yine Yulya’lar vardı evleri ardına kadar bizlere açık olan. ‘’Sizin ülkenizde çektiğiniz sıkıntıları biliyoruz, üzülmeyin’’ deyip evlerinde kaldığı müddetçe kira almayan ve bunun gibi daha nice bizlere kucak açan bir dünya vardı. Neyse ki biliyoruz bu işin oluru bu. Allah bu şuurumuzu ve imanımızı arttırsın. Yoksa ‘bizden öncekilerin çektikleri sıkıntılara maruz kalmadan kurtulacağını mı zannediyorduk?’ Haşa ve kella vesselam..
Bir gün denizin kenarında, berilerden, öteleri süzerken aklıma yine o söz geldi. “Welcome you terrorist…” ve aklımdan uydurduğum iki mısra dudaklarımdan düştü;
Ben bir şaki, tut-i malayani gûyem,
Cezama razı, cebren tehcirem…
TM/28.4.2017
*Bu kısım değiştirilmiştir.
Zeynep ZÂHİDE