2019 yılından itibaren Türkiye’de siyasetin ilerleyişi aks değiştirdi. Muhalefet bloğunun toplamı, iktidar bloğunun toplamını anlamlı farkla geride bırakıyor. Muhalefete oy veren seçmen, iktidara oy veren seçmenden daha fazla motive ve ilk seçimi muhalefetin kazanacağına dair gittikçe büyüyen bir umudu var, ki bunlardan biri de benim. Sıklıkla takip ettiğimiz ölçümler de benzer bir umudu işaret ediyor. Ancak iki detaya dikkat çekmek isterim.; Birincisi ülkedeki her olumsuzluğa rağmen seçimi muhalefetin kazanmasının yine de çok kolay olmadığı, ikincisi ise iktidar değişikliği sonrası yeni hükümeti bekleyen büyük yapısal sorunların varlığı. Bu büyük yapısal sorunların görüldüğü çok sayıda alan olmakla birlikte, benden ilk üçünü söylememi isteseniz eğitim, adalet ve yoksullaşmayı başa yazarım. Eğitim ve adaleti ayrı ayrı başka yazılara konu etmek üzere, bu yazıda biraz yoksullaşma sorununa değinmek isterim.
Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana çok kısa dönemler dışında, genellikle refahı artırmayı ve ülkeyi daha ileriye taşımayı başardı. Bunda, yurttaşına sağladığı eğitim olanaklarını iyi bir planlama ile iyileştirmesi ve kendine özgü başarılı okul modellerini geliştirebilmesinin önemli payı vardı. Eğitime erişim ise, sınıfsal geçisin en önemli aracıydı. Her yeni kuşak bir öncekine göre görece daha büyük bir orta gelir ve üst gelir grubundan oluşuyordu. Eğitim merkezli bu sınıfsal geçiş mekanizmasından en çok faydalanan ise, Anadolu’dan büyük kentlere göçen yoksul halkların çocuklarıydı. Geldiğimiz yer itibariyle bu mekanizma, ülkeye baktığında kendine bağlı seçmen gruplarını görmeyi önceleyen AKP karar vericileri ve onların devlete yerleştirdikleri liyakatsiz bürokratların el birliği ile çökertildi. Cumhuriyetin vatandaşı ile imzaladığı “eğitimli birey olman halinde yaşamının kalan kısmı refah içinde geçer” örtük sözleşmenin her sayfası AKP iktidarlarınca koparılıp atıldı.
AKP Türkiye’sinde artık yoksul daha yoksul iken yakın geçmişin orta sınıfları da yeni yoksulları oluşturmakta. Ülkenin nitelikli meslek mensuplarının ezici çoğunluğu yoksulluk sınırının altında bir ücrete çalışmakta. Bu meslek mensupları bir araya geldiğinde ise, geçmişte olduğu gibi tatil lokasyonlarının hangisinin ne tür güzelliklere sahip olduğunu değil ayçiçek yağının fiyatını görüp görmediğini konuşmakta. Türkiye’de toplumun tamamında belirsizliğin yarattığı psikolojik yük, enflasyonun yarattığı hayat pahalılığına karşı bir var olma mücadelesi karşımıza çıkmakta. Bu mücadeleyi özetleyen güçlü bir veriyi paylaşmak isterim. Gıdadaki temel tüketim ürünlerini alırken toplumun ne kadar zorlandığını anlamaya çalıştık. Bu hafta gerçekleştirdiğimiz araştırmanın sonuçları aşağıdaki gibi.
Gördüğünüz üzere toplumun sadece %38,3’ü ekmek alırken zorlanmadığını ifade etmekte. Zaman zaman mitinglerde seçmenlere fırlatıldığına tanıklık ettiğimiz çaya zorlanmadan erişebilenlerin oranı %27’de kalmakta. Saray’da verilen resepsiyonların menülerini ejder meyveli smoothie, starex eşliğinde aloevera güçlendirirken Türkiye’de toplumun sadece %17,1’i ayçiçek yağını zorlanmadan alabilmekte.
Toplumdaki bu kötü gidişatı, ekonomideki bu olumsuzlukları gidermekle yükümlü Hazine ve Maliye Bakanı ise olası en ufak bir iyileşme halini geri çevirmekle meşgul. Bu hafta yatırımcılara güven verme amacıyla yaptığı konuşmada yatırımcılarda kalan güvenin kırıntılarını da süpürmeyi başardı. İktisat öğrencileri bile "Bir problem mi yaşadınız? Rahat olun, bize hemen ulaşırsınız. En sevdiğim konu da şu yatırımcılara zorluk çıkaran mevzuat ve bürokrasidir. Hep beraber kavga edelim. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, rahat olun. Arkamızda Cumhurbaşkanımız var…" konuşmasını duyan yatırımcının “ülkede sistem yok 3-5 kişi her şeye karar veriyor” mesajını net olarak alacağını bilir. Yatırımcının ne düşüneceği öngörülebiliyor. Bu nedenle bu açıklamaya bir de toplumun bakışını anlamaya çalıştık. Türkiye genelinde 1067 deneğe Bakanın aşağıdaki açıklamasını izlettik.
Aşağıdaki sonuçlardan da göreceğiniz üzere Bakan Nebati’nin biraz da güç zehirlenmesi ile yaptığı bu açıklamadan toplum memnun değil. Bakana katıldığını belirtenler %31,2’de kalırken katılmadığını ifade edenlerin oranı %60,6. Kararsız olanlar ise %8,2. Özetle bakanın gözlerinden topluma saçtığını iddia ettiği ışığın bir benzerinin toplumdan ilgili bakana saçılmadığını görmekteyiz. Bu açıklamaya karşı AKP ve MHP seçmeninin de mesafeli yaklaşımını özellikle dikkatinize sunmak isterim.
Bu haftanın önemli çıkışlarından biri de Erdoğan’ın Suriyelileri biz göndermeyeceğiz açıklamasıydı. Kendi tabanı da dahil toplumun büyük çoğunluğunun göçmen karşıtı olmasına rağmen böylesine bir açıklama yapması bana göre Erdoğan’ın son dönem aldığı büyük risklerden biri. Riskin büyüklüğünü yine bu haftaki çalışmamızda konuya dair sorduğumuz iki sorunun yanıtlarına bakarak anlamaya çalışalım.
Gördüğünüz üzere toplumun %71,9’u Suriye’deki savaş bittiğinde de Türkiye’deki göçmenlerin (sığınmacıların) ülkelerine dönmeyeceklerini düşünüyor. Tüm parti tabanları içinde geri döneceklerine dair beklenti yine görece AKP tabanında bir miktar daha yüksek. Beklentinin bu yönde olduğunu anladık. Peki talep ne yönde diye baktığımızda aşağıdaki tablo bambaşka bir sonucu göstermektedir.
Toplumun %91’i Erdoğan’ın açıklamasının tam tersi yönde görüş belirtmekte, göndermeyeceğiz mesajına karşı geri gönderilmeliler demektedir. Bu rakam bizim bugüne kadar bulduğumuz en yüksek rakam. Bu düzeyde artmasında bugüne kadar belki giderler düşüncesini taşıyan seçmenin ilk kez, Erdoğan’dan gitmeyecekler açık mesajını almasının anlamlı payı olduğunu düşünüyorum. Bana göre maalesef bu hafta itibariyle toplumda daha büyük bir göçmen karşıtlığı ile karşı karşıya kalacağız. Göçmenle değil göçü yaratan siyaset ile kavga etmemiz gerektiğini hep söylerim. Görünen o ki bu görüşü daha çok dile getireceğiz.
Son olarak, ülkedeki tüm bu olumsuzluklar iktidarı destekleyen seçmende de az ya da çok bir etki oluşturmakta. 11 Mart tarihinde yaptığımız araştırmada AKP-CHP arasındaki oy farkının %1,4’e kadar düştüğünü bulmuştuk. 18 Mart tarihinde yaptığımız çalışmada bu farkın 1,1’e kadar indiğini anlıyoruz. Vatandaşa gelen faturalar arttıkça vatandaş da iktidara fatura çıkarmayı tercih ediyor.