ANTALYA (A.A) - 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film
Festivali Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması jüri üyeleri, düzenlenen basın
toplantısına katıldı.
Rixos Downtown Otelde düzenlenen basın toplantısında konuşan Jüri Başkanı
Macar Yönetmen Istvan Szabo, film yapmaya kendi ülkesinde mi yoksa uluslararası
kariyerle mi devam etmek istediğinin sorulması üzerine, bugüne kadar Almanya,
İngiltere, Avusturya ile birçok ortak yapım gerçekleştirdiklerini kaydetti.
Budapeştenin özel bir kent olduğunu belirten Szabo, bu kentte Viyanayı,
Berlini, Londrayı bulabilme imkanı bulunduğunu anlattı. Akıllı davranılırsa
Budapeştede çok ilginç filmlerin çekilebileceğini ifade eden Szabo, Orta
Avrupa birbirini çok iyi anlayan bir coğrafya. Ben Macar bir yönetmenim ama Orta
Avrupada benzer bir zihniyetimiz var. Slovakya, Avusturya, hatta Hollanda ile
birbirimizi, seyirciyi anlıyoruz, seyirci de bizi anlıyor. Dolayısıyla bu alanda
çalışmaya devam etmek benim için çok önemli dedi.
Szabo, Sanatçının faşizm ve baskıcı yönetimlere karşı sorumluluğunun
sorulması üzerine de şöyle konuştu:
Macaristanda bir tek aile bulamazsınız ki hayatları siyasi
değişikliklerin etkisi altında kalmasın. Macaristanda bir tek film bulamazsınız
ki bu tür konuları işlememiş... Bana birinde demişlerdi ki, (Şöyle basit bir film
çekmiyorsun, bir erkek var, bir kız var, bir kafede oturuyorlar, birbirlerini
seviyorlar). (Tamam) dedim, (Seve seve yaparım. Ama ben yönetirsem bunu filmi,
sonunda şöyle birşey olur: Üniformalı bir adam girer ve bunlara kimlik sorar). Bu
bizim deneyimimiz, umuyorum ki buraya 10 yıl sonra genç bir yönetmen gelir. Siz
ona sorumlulukla ilgili soru sorarsınız. O da daha ziyade özgürlükten bahseder.
-Genç Polonyalı yönetmenler dönüşüm döneminin Polonyasını filme
çekiyor-
300den fazla tanınmış yönetmen ve sinema oyuncusu ile söyleşiler yapan,
2012 Venedik Film Festivalinin Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu
(FIPRESCI) Jürisinde yer alan Polonyalı sinema yazarı Barbara Hollender, yeni
Polonya sineması hakkındaki yorumunun sorulması üzerine, Polonyadaki genç
yönetmenlerin tecrübelerinden bahsetti.
Polonyada film endüstrisinde son yıllarda yaşanan gelişmenin 2005 yılında
Polonya Film Enstitüsünün kurulmasıyla yaşandığını vurgulayan Hollender, bu
enstitünün kendi bütçesine sahip olduğunu, bu bütçenin televizyon istasyonları,
dijital-kablolu televizyonlar ve sinemalarda satılan biletlerden alınan pay ile
oluştuğunu anlattı.
Hollender, şöyle konuştu:
Bu enstitünün destekleriyle yıllık 20-60 film üretiliyor. Genç yönetmenler
bu destekle 30 dakikalık filmler yapma fırsatı buluyorlar. Kurmaca ya da belgesel
filmler. Bu sayede Polonya sinemasında bir devrim oldu. Bu destek sayesinde
Polonya film pazarında yeni kuşak genç yönetmenler çıktı. Bu arada eski
kuşağımız, yani ünlü deneyimli yönetmenlerimiz, Polonya tarihinin çeşitli
dönemlerine dönüyorlar. Yeni kuşak genç yönetmenler ise günümüz Polonyası ile
ilgileniyor. Bu genç nesil çok ilginç. Herşeyden önce onlar Komünist zamanda
doğdular. 30-40 yaşındaki insanlar, Sosyalist dönemi yaşadılar, hatırlıyorlar.
Şimdi yeni bir zamanı düşlemekteler. Keskin görüyorlar herşeyi ve dönüşüm
döneminin Polonyasını filme çekiyorlar.
-Farklı filmler çekmeyi seviyorum-
Amelie, Delicatessen, Arizona Dream gibi kült filmleriyle
tanınan Fransız yapımcı Claudie Ossard, bir filmi desteklemek için önce yönetmene
ve onun işine inanmak gerektiğini kaydetti. Farklı filmleri sevdiğini, yeni
yetenekler bulmayı ve farklı filmler çekmeyi sevdiğini anlatan Ossard, Önemli
olan yönetmen ve yönetmenin yaratıcılığı. Ben onun en iyi filmi çekmesi için
elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Benim görevim bu dedi.
Ossard, bir filminin bütçesinin ön görülüp görülemeyeceğine yönelik soruya
da, bunun mümkün olmadığını söyledi. Yapımcılığını üstlendiği Kayıp Çocuklar
Şehri filminden örnek veren Ossard, bu filmde efektlerin etkisiyle bütçenin
aşıldığını, ancak filmin beklenen ticari başarıyı getirmediğini ifade etti.
Amelie filminin ise dünyanın her yerinde ticari başarı getirdiğini vurgulayan
Ossard, Ancak filmin bütçe sınırları içinde kalıp kalmayacağını tahmin
edemiyorsunuz diye konuştu.-
-Heijningen RMF tecrübesini paylaştı-
Hollanda Film Festivali yöneticisi, Hollandanın ilk film komisyonu
Rotterdam Medya Fonunun (RMF) kurucusu ve yönetmen Jacques van Heijningen,
RMFnin ulusal çapta bir kurum olmadığını, Rotterdam bölgesinde faaliyet
gösterdiğini kaydetti. 1980lerde ekonomisi liman üzerine kurulu Rotterdamda bir
çalışma başlatmaya karar verdiklerini anlatan Heijningen, kurdukları fon
sayesinde şehir meclisinin görüntülü ve sesli iletişime destek vermeye
başladığını bildirdi.
Sıfırdan başladıklarını ve 10 yıl içinde büyük bir büyüme kaydettiklerini
anlatan Heijningen, şöyle konuştu:
1996da birkaç kişiyle sıfırdan başladık ve 10 yıl içinde medya ve ticari
işletme alanında çalışan kişi sayısı 3 bine ulaştı. Televizyon, kısa film ve
belgesel alanında finansmana başladık. Tek bir kuralımız vardı finansmanla
ilgili, bahsedilen filmler Rotterdamda çekilecek, bu bölgeye getirisi olacaktı.
Yerel yönetim bizi destekledi bu alanda. Binamızı, donanımımızı yerel yönetim
sağladı. Biz de film komisyonu olarak finansman sağlamaya başladık. Bu filmler
Rotterdam yöresinde çekildiği için ki bu bölge dünyada kendine has özellikleri
olan bir bölge, son 10-16 yılda bin kadar proje çekildi ve herkesi destekliyoruz.
Burada 160 bin kişi, şehrin yarısı yabancılardan oluşuyor, yarısı
Hollandalılardan oluşuyor. Bizim desteklediklerimiz arasında dünyanın her
yerinden insanlar var. Böylesine bir yaklaşımın sonucunda Rotterdam Medya Fonu
başarılı sonuçlar alınabiliyor.
-Babam Şeyh Saitin küçük kardeşinin torunu-
Sinema oyuncusu Belçim Bilgin, Şeyh Saitin torunu olup olmadığının
sorulması üzerine, Benim babam Şeyh Saitin küçük kardeşinin torunu dedi.
Bilgin, Şeyh Saitin gerçek hikayesini perdeye aktaracak mısınız- sorusu
üzerine de şu yanıtı verdi:
Tıpkı bir sürü anlatılması gereken hikaye gibi, bir gün bir yönetmen bunu
anlatmayı düşünecektir. Bir sürü boyutu var ve aslında yaşanan şey, benimle de
ilgili bir sürü ön yargı ve yorumla karşılaştım. Aslında olayın gerçek boyutu ve
bu ülkede yaşanan bütün değişimlere ve herkesin aslında dedelerine ve ailesine
bakıldığında herkesin birşeyler yaşamış olabileceğine dair biraz fazla
düşüncesizce davranıldı. Ama sinema öyle birşey. Bir gün birisi birşeyler
anlatacak ve herkes başka boyutlarıyla düşünmeye başlayacak diye düşünüyorum.
Bilgin, eşi Yılmaz Erdoğan ile ortak projelerinin sorulması üzerine, eşiyle
Kelebeğin Rüyası adlı filmi yaptıklarını kaydetti. Yılmaz Erdoğanın
yönetmenliğini üstlendiği filmin tamamlanmasına 3 hafta kaldığını anlatan Bilgin,
Dolayısıyla artık ortak bir filmimiz var dedi.
-Uzun kariyerleri anlatmak çok kısa oluyor-
Sinema oyuncusu Cem Özer, 30 yıllık kariyerinin sorulması üzerine, Uzun
kariyerleri anlatmak çok kısa oluyor yanıtını verdi. Kişilerin kariyerlerinin
başında hikayelerini daha uzun anlatmaya çalıştıklarını söyleyen Özer,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
Ama uzadıkça, biraz da unutuyorsun, Yaramaz bir adam deyince yetiyor.
Yaptıklarınız değil yapacaklarınız sizin için önem kazanmaya başlıyor.
Kariyerimde çok önemli birşey atladınız. Bir de müzik albümüm var. Bir süre
Hürriyet Gazetesinde yazdım. Çok eleştiri almıştım. (Bir bunu yapmadığı
kalmıştı) diye. Şimdi dönüp bakınca kimlerin gazeteci olduğunu, bununla da gurur
duyabilirim. Kariyerimle ilgili yapmak istediğim bir film var. 2 yıla yakın
süredir onu yapabilmek için çalışıyorum. Tünelin sonundayım. Işık göründü. Nihat
Behramın Darağacında Üç Fidanını yapmak istiyorum. Türkiye olarak bu üç gence
borçluyuz bu filmi. Asla siyasi bir film olmayacak. O üç gencin dramı üzerine,
sebepsiz üç gencin asılmış olmaları üzerine olacak. Bugün yaşasalardı ne gibi
değerlere sahip olurduk diye bir film yapmak istiyorum.
Özer, Aşırı popüler olmak yol mu açar zarar mı verir- sorusuna da, şu
yanıtı verdi:
Bu popüler olan kişiye göre değişiyor. Belli şablonların adamıysa çok
yardımcı oluyor. Sizi bir şablona oturtamıyorlarsa, ne entelektüel, ne başka bir
kimliğe, (Bu adam nedir hokkabaz mı entelektüel kimliği var mı ara sıra düşünür
mü gezer tozar mı...). Hayatın her alanında bulunmak istediğinizde, bunu tatmak
istediğinizde bazı kafalar sizi bir odaya kilitlemek istiyorlar. (Yeter çocuğum
orayı da karıştırma, büfeyi de karıştırma) dercesine... Ben sadece hiçbir şablona
oturmak istemiyorum. Hayatı içimden geldiği gibi yaşamak istiyorum. Bu da zaman
zaman sorun oluşturuyor. Popüler olmak genel anlamda sanatçının su üstündeki
kısmını gösteriyor. Her popüler sanatçının, ben biliyorum ki içsel olarak buz
dağı vardır suyun altında.
-Bilimadamıydım, filmadamı oldum
Toplantıya katılan Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, festivale
katılan dünyaca ünlü sinemacıların festivalin ardından da Antalyada kalarak
kenti tanımalarını istedi. Toplantıya katılanlar arasındaki tek siyasetçi
olduğunu belirten Akaydın, bu sırada yanında oturan Cem Özerin, Siz daha önce
bilimadamıydınız demesi üzerine, Geçmişte bilimadamıydım ama şimdi filmadamı
oldum diye espri yaptı.
Muhabir: Güç Gönel
Yayıncı: Tuncer Çetinkaya