Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1980-1988 yılları arasında Diyarbakır
Cezaevi'nde yaşanan işkence iddialarıyla ilgili
soruşturma başlatması, mağdurları umutlandırdı. Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi'nde işkence görenlerden biri olan
Kürt aydını ve yazar
Orhan Miroğlu, cuntacıların o dönemde cezaevinde görevli herkesi özel eğitimden geçirdiğini söyledi. Miroğlu, işkencenin hesabının Anadolu'dan vatani görevini yapmak için gelen Türk veya Kürt gençlerinden sorulmaması gerektiğini kaydetti. Miroğlu, "Savcılar o dönemde askerlik görevini yapan bir iki kişiyi değil, onlara o ortamı hazırlayanlardan
hesap sormalı." dedi. Miroğlu, soruşturmanın, ne olup bittiğinin bile farkında olmayan bir
takım gençlerin yaptığı uygulamalar esasında yürütülmesi halinde yazık olacağı uyarısında da bulundu.
Darbe döneminde Diyarbakır
Ticaret Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olduğunu hatırlatan Miroğlu, gözaltına alınınca 3 ay işkenceli sorgudan sonra
Diyarbakır Cezaevi'ne gönderildiğini ve orada toplu işkenceleri yaşadığını anlattı. Miroğlu, "Diyarbakır Cezaevi toplu işkencelerin uygulandığı bir mekandı. Ben buranın bir etnik hınç ve
öfke mekanı olduğunu söyledim. Burada 3 yıl içinde 40 arkadaşımızı kaybettik. Birçok insan
psikolojik sağlığını kaybederek çıktı cezaevinden. Askeri bir doktorinizasyon, 60'a yakın marşın ezberletildiği ve gece-gündüz programlı işkencelerin yaşandığı bir mekandı. Bu sadece bir işkence tablosunu ortaya koymuyor. Bunun altında
Kürt meselesi söz konusu olduğunda bugün içinde bulunduğumuz vaziyeti de ortaya koyan bir tablo var. 2000 yılında bile cezaevindeki işkencelerle yüzleşilebilseydi bugün Kürt sorununda farklı bir yerde olacaktık." şeklinde konuştu.
UYGULAMALARIN MERKEZİ 7. KOLORDUYDU
Meseleyi basit bir işkence hadisesi olarak görmediğini belirten Miroğlu, başlatılan soruşturmanın
JİTEM davalarının akıbetiyle sonuçlanmamasını istedi. Diyarbakır Cezaevi'nin siyasi sonuçlarıyla yüzleşilmesi gerektiğini kaydeden Miroğlu, yaşananların planlandığı merkeze bakmanın gerektiğini vurguladı. "Bu merkez 7. Kolordu'dur ve bu vesileyle
Genelkurmay'ın sahip olduğu belgelerin mahkemeye verilmesi çok önemlidir. Ama bu konuda hem askeri hem de
sivil bürokrasi bilgi paylaşımına çok yakın durmuyorlar." diyen Miroğlu, Kürt hareketinin demokratik mecrasından sapmasını sağlayan ve bugün içinde bulunduğumuz vahim duruma yol açan bir planlamanın söz konusu olduğunu kaydetti.
Diyarbakır Cezaevi'nin hâlâ kapalı bir kutu gibi durduğunu kaydeden Miroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Burada suç işlemiş kişilerden bir çift laf duymak mümkün olmadı. JİTEM davalarında bile itiraflar duyduk. Bunu büyük oranda cezaevindeki uygulamaların farklı bir amaçla hayata geçirilmiş olmasına bağlıyorum. Metris'e, Mamak'a göre çok farklı bir yerdi. Basit bir işkence mekanı değildi. İntihar eden arkadaşlarımız oldu. Bütün bunların arkasında bir siyasi amaç vardı. Cezaevi binası tabii ki bir
hafıza müzesi haline getirilmelidir. Buranın
Milli Eğitim için uygun bir mekan olduğu söylendiğinde hepimizin içi cız ediyor. Tepkilerden sonra bu planın hayata geçirilmemesi için hükümet devreye girdi."
KANTİNCİ BİLE ÖZEL EĞİTİMDEN GEÇİRİLMİŞTİ
Diyarbakır Cezaevi'ne getirilen herkese 'Kürt devletini kurmak için çalışmış' gözüyle bakıldığını ve ona göre muamele yapıldığını anlatan Miroğlu, CHP'li veya sosyalist partilerden gelenlere de aynı muamelenin yapıldığını belirtti. Miroğlu, sözlerini şöyle tamamladı: "Yani bu farkıdır, diye bir şey yoktu. Orada çalışan herkes özel eğitimden geçiriliyordu. Herkes büyük bir savaşta onlara
esir düşmüş gibi muamele görüyordu. Devlet mahkumlara süt ve kek gönderirdi. Bu sütü getiren kantincinin şu sözleri hala aklımda: 'Devlet size neden süt gönderiyor anlamıyorum. Ben devletin yerinde olsam hepinizi havalandırma alanına çıkarır kurşuna dizerdim.' Bu ortamın hazırlanmasını sağlayanlar ortaya çıkarılmalı. Bunlar da Genelkurmay ve 7. Kolordudur.
Askerlik için gelen insanlardan bu işin hesabı sorulamaz, bunlar bu işin parçasıydı."