Bitlis Devlet Hastanesi'nde görev yapan diyetisyen Esin Keleş, 3 saatte bir beslenmeye alışan vücudun ramazan ayında yaklaşık 12 saat aç kaldığını ve beslenme alışkanlığının ciddi anlamda değiştiğini söyledi.
Keleş, yaptığı yazıyı açıklamada, oruç tutulmasından dolayı gün boyunca yaşanan
açlık sebebiyle kan
şekerinin düştüğünü, bu durumun yorgunluk, baş ağrısı, üşüme ve bunlara bağlı dikkat yetersizliğine sebebiyet verdiğini bildirdi.
Uzun süren açlık dönemi sonrasında yüksek kalorili ve karbonhidrat ağırlıklı beslenme tarzı hızlı glikoz salınımına sebep olduğunu ifade eden Keleş, şöyle konuştu:
''Sonrasında vücuda ağırlık vermekte, aşırı uyku hali, hareketsizlik neticesinde
metabolizmanın hızı yavaşlamakta.
Sahurda Tok tutacağına inanılan
börek, çörek tarzı hamur işleri uykudan kalkıldığında midede ağırlık, yanma ve ekşimeye neden olabilmekte. Kilo verme eğilimi olanlar sahursuz oruç tutmaya çalışarak zaten yavaşlamış metabolizmanın hızını daha da düşürerek, vücudun yağ depolama oranını arttırmakta ve ağırlık kazanımına katkıda bulunmaktadır. Yetersiz sıvı tüketimi sonucunda dehidratasyon (aşırı su kaybı) riski olan vücudun, direnci kırılmakta ve metabolizma yine yavaşlamaktadır.
Ramazan ayında artan sedanter
yaşam sebebiyle vücudun ağırlık kazanma hızı daha da aktifleşmekte ve ağırlık kontrolü sağlanamamaktadır. Yanlış beslenme uygulamaları neticesinde vücudun vitamin ve mineral dengesi bozularak, hastalıklara karşı direnç azalmakta. Böylelikle metabolizma hızı düşmektedir. Dengesiz ve yüksek yağ ağırlıklı beslenme sonucunda vücudun uzun açlık döneminden sonra, yağ depolamaya açık olması da eklenince ağırlık kazanımı hızlanmaktadır.''
Ramazanda beslenme programının sahur,
iftar ve bir ara öğün olmak üzere 3 öğün şeklinde olması gerektiğini bildiren Keleş, ramazanda sağlıklı bir diyet menüsüyle açıkların azaltılabileceğini kaydetti.
Kesinlikle sahursuz oruç tutulmaması gerektiğini belirten Keleş, sahursuz tutulan orucun hipoglisemi riskini arttırarak
vücut için olumsuz sebepleri ortaya çıkaracağını ifade etti.
Sahurda kahvaltı ağırlıklı beslenilmeli, mineral ile vitamin açısından zengin olan kuru
meyvelerin mutlaka tüketilmesi gerektiğini açıklayan Keleş, şöyle devam etti:
''Sahurda
su tüketimi arttırılmalı, 1 litreye yakın tüketilmeli. İftarda öncelikle vücudun sıvı ihtiyacı karşılanmalı. İçindeki kateşin ve teofilin gibi
antioksidan madde içeriğinden dolayı açık şekilde
siyah çay veya
yeşil çay tüketimi uygun olacaktır. İftarda bir kase çorbayla açılışı yapmak ve yavaş tüketerek sindirimi kolaylaştırmak amaç olmalı. Sonrasında zeytinyağlı yemekler sıcak
tercih edilmeli. Ardından 3 ile 4
köfte kadar et ve et ürünleri tüketilmeli.
Karbonhidrat ağırlıklı beslenmek yukarıda da bahsettiğim gibi ağırlık kazanımını arttıracağı ve sindirimi zorlaştıracağı için uygun miktarda ve lif oranı yüksek buğdaylı ya da kepekli ekmek tüketimi uygun olacaktır. 1/8 ramazan pidesinin, 1 dilim ekmeğe eşdeğer olduğu unutulmamalı. Kalsiyum, fosfor ihtiyacını karşılamaya yönelik iftarda süt ve süt ürünlerinden bir su bardağı tüketilmeli.''
Yemek sonrası şeker tüketimi ihtiyacını karşılamak amaçlı
elma çayı veya
kuşburnu gibi hem mideyi rahatlatan hem de şeker isteğini kesen bitki çaylarının tüketilmesini isteyen Keleş,
tatlı olarak şerbetli ve hayvansal yağ içeriği yüksek olanların yerine sütlü
tatlılar,
dondurma ve meyve tercih edilmesi gerektiğini kaydetti.
Bu tarz bir beslenme programı sonrasında mevcut kiloların korunabileceğini ve ramazanda kilo artışı riskinin en alt seviyede tutulabileceğini belirten Keleş, metabolik sendromu olanlar, hamileler, yaşlılar ve adölesan dönemindeki bireylerin doktora başvurmadan oruç tutmaması gerektiğini sözlerine ekledi.
(ŞT-BRN-NÖZ)01.08.2011 15:26:33