Ekrem Dumanlı / TR724
İSLÂM DÜNYASININ BÜYÜK UTANCI!
Bağrı yanık bir şair, Hazreti Peygambere şöyle seslenmişti:
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin…
Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammet!
Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
‘Ebu Leheb öldü’ diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed!
Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor!..
Yıllar önce yazılmış bu yanık naatın bugün hâlâ yüreklerde yankılanmasının derin bir sebebi olmalı. Şimdi müminler bunalıp daraldığında en mukaddes, en emin beldelere bile gidemiyor. Şam’dan, Halep’ten, İstanbul’dan akın akın sürgüne/hicrete mecbur bırakılan kitleler, Avrupa’ya Amerika’ya, Kanada’ya, Avustralya’ya vs. ulaşmak için çırpınıyor.
Tam bu kavşakta durup bir durum değerlendirmesi yapmak zorunda değil miyiz?
BU YAŞANANLAR NEDEN DERİN BİR UTANÇ DOĞURMUYOR?
İnsanın içini kemiren, kalbini delik deşik edecek kadar feci bir vaka işittim yakın zamanda: Malumunuz, ‘İslamî idare’ ile yönetildiği iddia edilen bir ülkede bazı masum insanlar gözaltına alınmıştı. Sırf bir diktatör istedi diye! İade edilmemeleri için çok uğraş verildi. Ne yazık ki yıllardır emin beldelerde yaşayan o insanlar günlerce karakollarda bekletildi ve sonunda iade edildi. Ne acıdır ki o bekleme sürecinde kötü muameleye (hatta işittiğim doğruysa işkenceye) maruz kalmıştı masum insanlar. Sebep?
Uzun bir zaman diliminde bir büyük medeniyete ev sahipliği yapmış güzel beldeler, mağdur edilmiş insanların sığınağı emin diyarlar değil midir? Mesela dünyanın bir yanında zulme maruz kalan binlerce Yahudi, 500 küsur sene önce Osmanlı’ya sığınmamış miydi? Şimdi değil sığınmak, bir şekilde orada yaşayan insanları zulme teslim etmenin Kitap’ta, Sünnet’te yeri var mı? Zulme ortak olmanın, zalime destek vermenin makul bir izahı yapılabilir mi? Dahası, o kutsal topraklarda vefasızlık, mürüvvetsizlik, kadirnâşinaslık böyle göstere göstere icra edilirken, Batı Dünyası’nın temel insan hakları çerçevesinde özgürlükçü bir yaklaşım sergilemesi ‘İslam dünyası’nı derin bir utanca sevk etmiyor mu?
Mesele bir iki ülke ile sınırlı kalsa, bir takım mazeretlerle, bahanelerle mevzuu savuşturmak mümkün. Nasıl olsa enerji üzerinden dengelerin kurulduğu Ortadoğu coğrafyasında ilişkilerin insani erdeme göre değil, menfaat hesaplarına göre yürüdüğünü cümle âlem biliyor. Diktatörler arası duygudaşlık da işin cabası der, suçu kurulu düzenin üzerine boca edersiniz; olur biter. Ancak mevzu o kadar da basit değil.
Müslümanların çoğunlukla yaşadığı ve yöneticilerinin din üzerinden söylemlerde bulunduğu bir tek ülke gösterin ki, orası mazlumlar için bir sığınak olsun. Dünyanın dört bir yanından mağdurlar (her dinden, her dilden, her renkten) akın akın gelsin de bir İslam diyarında huzur bulsun…
Madalyonun bir başka yüzü: Bir tek Batı ülkesi gösterilemez ki mazlumlar için barınak olmasın, sığınacak kişilerin resmi işlemlerinde bir arıza çıkmazsa orada huzursuz edilsin, güvensiz bir ortamda tutulsun, işkenceye maruz bırakılıp sonra ceberut bir ülkeye tekrar iade edilsin… Bazı istisnalar dışında, zulümlerden kaçıp Batı ülkelerine sığınanlara gadredildiğine şahit olmadık.
BÜTÜN İSLAM ÜLKELERİNDE BUNLARIN OLMASI TESADÜF MÜ?
Az biraz demokrasiden nasibini aldığını düşündüğünüz bazı Müslüman ülkelerin haline bakın lütfen. Öğretmenler kaçırılıyor gündüz gözüyle. Üstelik Türkiye’den gelmiş istihbarat elemanlarının yaptığı bir operasyonla. Türkiye adına hareket edenler, kendi ülkelerinin iptidai aşiret hukukunu bir başka Müslüman ülkeye taşıyor; o ülkedeki devlet aklı da bu haramiliğe göz yumuyor, belki de ortak oluyor. Hakkında hiçbir mahkeme kararı bulunmayan, sadece bir kişinin özel intikamına ram olmuş istihbarat servisinin uydurma raporuna dayanarak yapılıyor bu kanunsuzluk. Hadi dikta rejimlerinin ülke içinde astığı astık kestiği kestik ilkel uygulamalarına bir mana verdiniz: Bu haydut devlet modeline diğer İslam ülkeleri neden çanak tutuyor?
Başka bir açıdan soralım: Madem mahkeme kararı olmaksızın ve hukuki süreçler yaşanmaksızın insanları kaçırmaya yeltenen Türkiye istihbaratı aynı pervasızlığı ve hukuksuzluğu neden Batı’da yapamıyor? Almanya’da yaşayan Türkleri fişlemeye kalkışan Türk istihbaratının nasıl bir tepki ile karşılaştığını unutmayalım.
Sorun nerede? Problem kimdedir?
Bir Müslüman ülkede yıllarca görev yapan ve artık orayı tavattun eden bir Türk okul müdürü ve ailesi benzer bir hukuksuzluğa maruz kalıyor. Hala da durumları bilinemiyor. Koskoca bir devletin egemenlik hakları nasıl bu kadar ayaklar altına alınabiliyor ki, halkın okul müdürüne verdiği onca desteğe rağmen yönetim evrensel hukuka ayak uyduramıyor?
İslam ülkelerinin nerdeyse tamamında insan hakları ihlallerinin yaşanması bir tesadüf mü? Halkın mazlumdan yana aldığı manidar tavra rağmen ülke yönetimlerinin Türklerin okullarını haramzadelere teslim etmeye çabalaması, masum insanları göz altına alarak iade etmeye kalkışması, o insanların şirketlerine el koymaya yeltenmesi bugün tarihe düşülen notlar arasında tek tek yerini alıyor. Halkların kardeşliği ve dayanışması gelecekte nasıl bir kardeşlik köprüsü olacaksa, bazı yönetimlerin insan haklarını ihlal konusundaki zaafı ve diktatörlerle duygudaşlık yaşaması da ortak bir burukluğa neden olacak.
Niçin burukluk?
Çünkü mağdurları, mazlumları, masumları Tiranlara teslim etme utancını bir Batı ülkesi yaşatmadı.
MÜSLÜMANLAR YAŞADIKLARIYLA HESAPLAŞMAKTA GEÇ KALDILAR
Konu sadece Türkiye’de mağdur edilen Hizmet Hareketi ile de sınırlı değil. Mesela Suriye’den kaçmak zorunda kalan milyonlarca insanın Türkiye’de kalmalarını bir erdem hikayesi sanıyorduk. Belgeler ortaya çıkınca bizzat en tepedeki yönetici de itiraf etti. Meğer Avrupa Birliği’nden para koparabilmek için mülteciler pazarlık konusu imiş. Meğer o savaş mağduru insanlar üzerinden Avrupa’ya şantaj yapılmış…
Üzerinde durulması gereken keskin soru şudur: İslam dünyasında ruhu bunalan, zulme maruz bırakılan, malından canından emin olmayan insanlar, yaşadıkları beldeden ayrılma mecburiyeti hissettiğinde neden kendine huzur vaat eden bir Müslüman ülke bulamıyor? Bir başka deyişle, dini farklı, dili farklı, kültürü farklı bir Batı ülkesine sığınmakla Müslümanlar kendini neden daha fazla emniyette hissediyor? Bu kimin ayıbı? Bu tablodan kim iftiharla çıkabilir?
Tarihi bir gerçekle yüzleşme zamanı geldi artık: Batı, çok acı hatıralardan çok büyük dersler çıkardı. Devlet mekanizmasının zülüm çarkına dönüşmesine şahit oldu ve narsist-faşist-ırkçı liderlerin toplumları nasıl bir tehlikeli bir maceraya sürüklediğini gördü. Buradan dersler çıkardı kendine. İltica hukukunun sağlam temeller üzerine oturtulması, birey özgürlüklerinin garanti altına alınması, temel hak ve hürriyetlerin zalim devlet tarafından gasp edilmesinin önüne geçilmesi Batı’yı mazlumlar için güvenli adalar haline getirdi.
İslam dünyasındaki zulümlerden ders çıkaramadı Müslümanlar. Kutsanmış hatta Tanrılaştırılmış devlet telkinlerinin birey haklarını vahşice ezip geçmesini mercek altına yatıramadı İslam dünyasının aydınları. Tiranların dini suiistimal ederek masum insanları nasıl yanlış yönlendirdiğini mercek altına yatırarak delik deşik edemedi. İslam dünyasının bir yanında zulümler yapılırken diğer bölümünün sağır ve kör rolüne soyunması onlarca yıldır sürüp gitti; gidiyor…
Tarihi yüzleşmeyi göze almadıkça, temel hak ve özgürlükleri garanti alacak adalet anlayışına yönelmedikçe İslam dünyası, güvenin, huzurun, emniyetin adresi olamayacak. Ve bu durum, sayısı milyarı aşmış Müslümanlar için utanç kaynağı olacak. Bu utancı ‘Batı düşmanlığı’ ile örtbas etmeye kalkışanların riya dolu yorumları hak arayışlarını daha da geciktirecek.
İslam dünyası Yezit zulmünü, Haccac despotluğunu, Emevi mezalimini, Abbasi acımasızlığını vs. masaya yatırıp adalet çerçevesinde tartışacak cesarete henüz erişemedi. Hal böyle olunca modern Yezit’leri, Haccac’ları, Tiran’ları adalete davet etmek boş bir hayal gibi duruyor. Bu duyarsız yaklaşımlar devam ettikçe adaleti arama merkezi Batı olacak. Bu kara tablo, Batı’nın ortaya koyduğu tarihi yüzleşme yaşanmadıkça devam edecek ve bu utançla sürecek hayatlarımız.
Yazık!