ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Yazıya Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin taziyesiyle başlamak istiyorum: “Her biri adeta mızrak gibi sineme saplanan binlerle mazlumiyet ve mağduriyetin hâsıl ettiği elemlerle meşbû kalbim, elli beş senelik dostum, kardeşim, yol arkadaşım Yusuf Bekmezci Beyefendi’nin zindanlardaki çilesinin, ruhunun ufkuna kanatlanarak nihayet bulduğunu öğrenmenin hüznü ve teessürüyle çarpıyor. Tanıdığım günden beri vefasına, sadakatine, samimiyetine, hizmet aşkına, ihlâsına, hasbîlik ve fedakârlığına şahit olduğum aziz kardeşim, yürüdüğü yoldan milim sapmadan istikametini hep korudu. ‘Namaz kılan’ nadir insanlardan biriydi. Ben onu hem namaza olan düşkünlüğüyle hem de vaaz kürsülerinin altından kalbime dokunan hıçkırıklarıyla hatırlayacağım. İbadet hassasiyetini ve takvasını hizmet yolundaki azim, gayret ve ciddiyetiyle taçlandıran bu müstesna insan, aynı zamanda tükenmek bilmeyen enerjisiyle herkese örnek oldu. Orta Asya’ya ilk hicret edenlerden olarak da arkadan gelenlere şevk yolunu gösterdi.
Bu ifritten süreçte zulümden o da nasibini aldı. Pek çok hastalığına rağmen zindanda tutulmaya devam etti. Ve her bir ânı ibadetle, takvayla ve hizmetle dolu ömrünü mazlûmen ve -inşâallah- şehit olarak tamamladı. Elli beş senedir hep beraber yürüdüğümüz bu yolun sonunda, aziz kardeşimin gerçek dostlarla vuslata vesile son yolculuğunda, yanında bulunamamanın hicabı içindeyim. Tesellim, ‘bir tek maksat ve vazifede sa’y eden hakikat ve ahiret kardeşlerinin ihtilâf-ı zaman ve mekânın sohbet ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmediği’ muştusudur.
Bu tessürle ile kere daha zulmü tez zamanda nihayete erdirmesini, bütün mazlum ve mağdurlara ferec ve mahreç lütfetmesini ve zalimlere verdiği mühleti sonlandırmasını Rabbimiz’den niyaz ediyorum. Çok kıymetli dava arkadaşım, dostum ve kardeşim Yusuf Bekmezci Beyefendi’ye Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn’den rahmet ve mağfiret diliyorum. Onunla kader birliği etmiş ve kalbi kalbim gibi teessür içinde olan bütün yol arkadaşlarına taziyelerimi arz ediyor, refîka-i hayatları ve evlatları başta olmak üzere yakınlarına ve tüm sevenlerine sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.”
Merhum Yusuf Ağabeyimiz 1939’da, Konya’nın Beyşehir kazasında doğdu. 19 Şubat 2022’de de vefat etti. Ağabeyimiz 1966’da Hocaefendinin vaazlarına gelir, namazdan sonra mutlaka yanına yaklaşır, sevgi ve saygısını büyük bir hayranlık ve samimiyetle ifade ederdi. Onu kurban bayramlarında çok farklı görürdük. İlk günden itibaren o bayram günlerinde çizmelerini giyer bir hafta boyunca kan ter içinde derilerle uğraşırdı. Derneğe ve vakfa gelenleri yerli yerine yerleştirir, evine ve akrabalarına bayramlaşma ile ilgili vazifelerini edâ etmeye öyle giderdi. Uzun seneler hep öyle gördük… Enteresandır, bu arada cezaevinden bir yerden bir yere hırsız bir mahkumu götürürken elinden kaçıran bir Jandarma erine yardım etmekten de geri durmadığına şahit olduk.
Kendisinin ifadesiyle, “Askerden geldikten sonra devletin bir görevlisi gibi birisi bana geldi ve ‘Evladım seni biliyoruz. Sen vatanperver bir ruha sahipsin. Bu komünistler ülkeyi karıştırıp bölüyorlar. Sizler gibilerin sivil olarak bunları engellemesi gerekiyor. Sizleri eğitip bu kutsal hizmette istihdam etmek istiyoruz.’ dedi. Sonra bizleri eğitip 40 kişilik bir grubun başına verdiler. Biz artık İzmir ve civarında sol bir faaliyet duyunca hemen gidip onları biraz dinliyor ve sonra kollarımızın içinde sakladığımız sopalarla müdahale edip onları dağıtıyorduk. Bir gün yine İzmir Kordon’da Atatürk heykelinin yanında böyle bir toplantı olduğunu öğrenip hemen oraya gittik. Hocaefendi’nin İzmir’e ilk geldiği günlerdi. Bir de baktım. Hocaefendi de gelmiş. Beni görünce hemen yanıma geldi: “Burada ne işin var?’ diye sordu. Ben de bu komünistlerle döğüşmeye geldim’ dedim. O da bana, “Hayır… Sen döğüşmüyorsun; döğüştürülüyorsun. Karanlık birileri sizi döğüştürüyor, kendi karanlık emelleri için döğüştürüyor.” dedi. Ben ‘Yok öyle değil’ desem de ‘Peki sen bu insanlarla hiç oturup konuştun mu? Dertlerini ve isteklerini dinledin mi’ dedi. Peki hiç tanımadığın ve tanışmadığın insanlardan ne istiyorsun? Belli ki birileri sizi kendi emelleri için kullanıyor. Devletin polisi var, askeri var. Hiç düşünmüyor musun?” dedi. Birden bende şafak attı. Beni bu işe sokan adam kimdi, biliyordum. ‘Peki dedim benim işaretimi bekleyen kırk tane daha arkadaş var, onları ne yapayım?’ dedim. ‘Git onları da ikna et ve buradan çekilip gidin’ dedi… Ben de öyle yaptım. Zaman, Hocaefendi’nin ne kadar haklı olduğunu gösterdi.”
Yusuf Ağabey, bu Hizmet’te her zaman Hocaefendi’nin yanında gözü pek olarak koşturdu. Türkiye’de açılan her müessesede dahli vardır. Yurt dışı hizmetleri başlayınca, adanmış ruhlu eğitim gönüllü öğretmenler dışarılara giderken, bir gece mütevelli ağabeylere, “Sizlerin de gitmeniz gerekiyor” denilince, Yusuf Ağabey ayağa kalkıp, “Tamam gideyim, ama dükkanın bazı işleri var onları bir hafta içinde ayarlayıp öyle gideyim” dedi. Ona, “Geç olur” dendi. “Öyleyse yarın” deyince, “Yine geç olur” denince, “İşte şimdi gidiyorum” diyerek hemen çıktı ve doğruca Kazakistan’a gitti… Onunla ilgili ilk aklıma gelenler bunlar. Son gününe kadar da Hizmet’ten başka bir şey düşünmedi… O vazifesini yaptı. Ona bunca zulüm ve işkenceyi yapanlar nasıl hesap verirler, bilemem! Cenab-ı Hak, onu Firdevsiyle mükâfatlandırsın. Kalanlara da başta Hocaefendi ve hepimize sabr-ı cemiller versin.