VEYSEL AYHAN- TR724.COM
Önce Kırık Testi’den bir alıntı yapayım:
“Asya’da herc ü merclerin yaşandığı bir dönemde, Necmeddin-i Kübra Hazretleri Cengiz’in oraları işgal etmesi sırasında savaşarak şehit olmuştur. Cengiz onu bağışlamak istemiştir ama “hayır” demiş, “Ben Efendimiz’den bişaret aldım bu mevzuda, böyle duracağım!” O Hazrete sormuşlar: “Neden Cenâb-ı Hak bu belayı başımıza musallat etti?” Demiş ki: “Biz Asya’da birbirimize düşmüştük, birbirimizle yaka-paça oluyorduk; ‘Zalim Allah’ın keskin bir kılıcıdır, Allah onunla intikam alır, sonra döner ondan da intikam alır.’ Biz birbirimizi yiyorduk, daha fazla birbirimizi yiyerek büyük günahlara girmememiz için, bizi günaha sokmamak üzere Allah zalimleri musallat ediyor; tepemize balyozlar iniyor, ‘Aklınızı başınıza toplayın!” diyor.” Aslında o mevzuda kullanılan balyoz veya tokmak Cengiz’dir. Fakat unutmamak lazım, o Cenâb-ı Hakk’ın yed-i kudretinde kullanılan bir tokmak, bir balyozdur.” (12.10.2014)
Bu satırlardan alacağımız çok ders var. Başkasının alacağı ders beni ilgilendirmez. Her insan kendi nefsi için bu dersi almalı ve tevbe etmeli ki başa gelen maddi musibetlerin bir de manevi faturası önüne gelmesin. Hiç kimse hata ve yanlıştan azade değil.
Kırık Testi, daha ötesini de söylüyor:
“Belki İslam’ın zuhur ettiği andan itibaren şimdikiler gibi olmasa bile yine bir kısım herc ü merc yaşanıyor. O en güzide, en mümtaz insanlar arasında bile bu türlü şeylerin cereyan etmesi bize gösteriyor ki, bu ölçüde imana, iz’ana, yakîne, tevekküle, teslime sahip olmayan insanlar arasında haydi haydi bu meseleler olacaktır.” (12.10.2014)
Dolayısıyla ben fert olarak kendimi hatasız, kusursuz görüyor; “kabak” (Önceki yazıdaki kabak hikayesine telmih) gibi cascavlak ortada olan yanlışlarımı göremiyorsam ödeyeceğim bedel ağır olacaktır. Hatalarımı görmüyor bir de başkalarını suçluyorsam yatacak yerim yok demektir. Yatacağım yer olmamasına rağmen bir de yatağımı Harem-i Şerif’e seriyorsam… bir de Kâbe örtüsünü kendime peştamal yapıyorsam başıma gelecekleri varın siz hesap edin!
Hocaefendi, yukarıdaki sözleri “Zalim Allah’ın keskin bir kılıcıdır, Allah onunla intikam alır, sonra döner ondan da intikam alır.” hadisini açıklarken söylüyor.
Tarihte kılıcı, kırılmamış bir zâlim yok. Ama zâlimin kılıcının kırılmasının bize bakan şartları da var.
Zâlim düşeceği veya varacağı “eksi” zirveye; mazlum anadan doğmuşçasına temizleneceği ve yükseleceği “artı” zirveye ulaştığında sebepler tamamlanmış olur.
Tarih boyunca hiçbir şerir topluluk bugünün zâlimleri kadar külli miktarda masum bedduası, muztar duası almadı.
Gök kapılarını ısrarla çalan milyonlarca hatta milyarlarca lanet okuyuş ve beddua birbirinden bağımsız birer “Demokles kılıcı” olarak zâlimlerin tepesinde duruyor ve ineceği günü bekliyor.
HİÇBİR SINAVIN CEVAPLARI SINAV SIRASINDA VERİLMEZ
Bazen Gayretullah, önceki yazıdaki kabak menkıbesinde olduğu gibi mahallenin kabadayısına merhamet eder. Edepsizliğe kefaret olabilecek bir musibete erkenden düçar eder.
Gayretullah hep böyle derhal tecelli etseydi, dünya imtihanının bir sırrı olmazdı.
Hiçbir sınavın cevapları sınav sırasında verilmez.
Dünya ceza yeri olsaydı;
Allah, doğum yapmış bir kadını bebeği ile zindana atan yargıçların tepesine mahkeme binasını geçirirdi.
Evladını ailesinden ayıran zâlimleri Hz. Azrail hemen bir sebeple Cehennem’e yollardı.
Masumlara işkence eden polislerin elleri derhal kururdu.
Masumlara iftira eden diller felç olur, eller kururdu.
Ama öyle olmuyor Kader geleceği örgülüyor.
Bilmiyoruz belki bir çocuğun feryadıyla bir yanda onlarca insan Cehenneme yuvarlanırken, diğer yanda bu çekilenler, o çocuğa ve ailesine sonsuzluk teminatı, Cennet kefaleti oluyordur.
Hz. Bediüzzaman şöyle der. “O Mâlik hem Kâdîr’dir, hem Rahîm’dir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme! (sorgulama)”
Ve acele edip “Niye bu zulümleri yapanlar yerin dibine batmıyor” demememizi, sabırsızlık göstermememizi tavsiye eder:
“Sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun eder. Ve ef’âlini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar.”
Hz. Adem’den bu yana hangi zâlim hak ettiği cezayı bulmamıştır ki?
Veya şöyle soralım Hz. Adem’den bu yana hangi masum ahirete gittiğine Allah tarafından “çektiğine memnun olacak kadar” mükâfatlandırılmamış olabilir ki?
Bamteli’yle bitireyim:
“… günümüzün zâlimleri de çer-çöp gibi savrulup gidecekler, hiç tereddüdünüz olmasın. Takvim vermek ve zaman belirlemek, bu mevzuda karanlığa taş atmak olur; bu, Allamu’l-guyub Allah’a karşı bir saygısızlıktır. Bir zaman veremeyiz ama bildiğimiz bir âdet-i ilahiye, âdet-i sübhaniye var. Cenâb-ı Hak, zalimlere hep öyle yapmıştır: Nuh kavmi, Hud kavmi, Salih kavmi, Şuayb kavmi, Lut kavmi, Seyyidina Hazreti Musa’nın kavmi… Hepsi hazan yemiş yapraklar gibi savrulup gitmiş, ağaçların başındayken toprağın bağrında gübre haline gelmişlerdir. Hiç tereddüdünüz olmasın, endişe etmeyin.” (16/08/2015)