İşte onlardan biri de gazetenin kıdemli muhabirlerinden Ahmet Dönmez. Dönemin Başbakan'ı Erdoğan'a sorduğu soruyla adını duyuran Dönmez, çalıştığı gazeteyi kendi internet sitesinde kaleme aldığı yazıyla anlattı. Oğluyla gazetede yaşadığı anıları da paylaşan Dönmez, duygu yüklü yazısında şu ifadelere yer verdi:
Ah benim canım oğlum. Ne çok severdim ‘Gazete’deki Esat’ı … Belki yıllar sonra hatırlamıyor olacaksın ama inan bu yüzden çok severdim pazarları. Seninle dış kapıdan içeri girdiğimizde, sırtında çantanla biraz mahcup, biraz heyecanlı ilk adımlarını sevgiyle izlerdim. Ben turnikeden kart okutup geçerken sen alttan süzülürdün. Ve illa ki asansörün düğmelerine sen basmak isterdin. Hangi katta ne var, hepsini bilirdin. Benim işimi çok severdin. Belki bu yüzden, ‘büyüyünce olacağın’ ilk şeydi ‘gazetecilik’. Hatta binaya gelince bir sevda kaplar içini, kendi kendine A4 kağıtlarından gazete yapardın. Kendince içine resimler çizer, haberler yazardın. Sonra onları bana zımbalatıp “Çıkardığım gazeteyi anneme gösterelim” derdin. Burada ne güzel abiler, ablalar da edindin, hatırlarsın. “Aslıhancığım”ların, “Ayşenurcuğum”ların, “Koraycığım”ların olmuştu…
Ne tuhaf oğlum; yıllarca o abilerinin, ablalarının ve babanın kullandığı, emeklerini kattıkları o binada yarın tufeyliler dolaşmaya başlayacak. Henüz ‘namahrem’ kavramını bilmiyorsun; ‘namahrem’ çiğneyecek ayak izlerimizi. Bizim masalarımıza oturacaklar. Bizim elbise dolaplarımıza ceketlerini asacaklar. Bizim toplantı odamızda bize küfür edecekler. Ve o namus bildiğimiz sayfalardan bize hakaret edecekler. Bizim geçtiğimiz kapılardan geçecek, bizim bahçemizden yürüyüp arabalarına binecekler. Kafeteryamızda çay içecekler. Her pazar senin koşuşturduğun, kahkahalarınla çınlattığın koridorları onların arsız gülüşleri kaplayacak.
Diyorum ya, seninle bir ritüelimizdi o bizim. Pazarları severdim bu yüzden. Ben Zaman’ın içindeki o Esat Ziya’yı çok severdim. Benimle çay almaya inişini, gazete çalışanları ile diyaloglarını, eğlencelerini hiç unutamam. Masama oturup neşeli haykırışlarla haber yazışın kulaklarımdan silinmez, hiç sanmıyorum. Bir süre sonra personel kimliklerimize özenip kendi yaptığın bir kartı boynuna asmaya başlayışındaki masumiyet gibi… Ve yine aynı çocuksu vecd ile bana namazları hatırlatmanı, mescide inişimizi, orada her seferinde bana “Hadi baba tavana ellemeye çalış” deyişini ve benim her zıplayışımda katıla katıla gülüşünü de elbette… Sırf bunun için bile olsa affedemem bu zalimleri. Hayatımızı çaldılar oğlum. Neşemizi, anılarımızı, masallarımızı çaldılar.
Biliyorsun ben çok çok uzaklardayım şimdi. Annen anlattı. Bugün bir ara Zaman’ın önünden yapılan yayınları görmüşsün. “Çok öfkelendi” diyor annen. “Yani babam artık haber yapamayacak mı? Babam gazetecilik yapamayacak mı?” diye sormuşsun. Çok severdin işimi. Hayrandın. Diyorum ya, hayallerimizi çaldılar. En çok da seninkileri.
Olsun! Gün gelecek bu mektubu yeniden okuyacaksın. O zaman anlayacaksın. Bu çekilenlerin, ödenen bu bedellerin boşuna olmadığını. Babanla da, o abi ve ablalarınla da gurur duyacaksın. Yarın bizim yerimize gelip kurulacak olanlar çoktan çekip gitmiş olacak. Belki sen cebinde gerçek bir gazeteci kimliğiyle o kapıdan adımını atacaksın yine. O masaya yeniden oturup gerçek bir gazete çıkarıyor olacaksın… ‘Dönemin başbakanını’ eleştiren bir haberi yazdıktan sonra, bakışlarını şöyle bir masalarda, sandalyelerde, duvarlarda gezdirip gülümseyeceksin. Kalkıp kafeteryaya inecek, bir çay isteyeceksin. O çok iyi bildiğin asansörden tekrar yukarı çıkarken içinden minnetle bugün yaşananları anımsayacaksın. Bugün gözüne takılan o görüntü şöyle bir tüllenip geçecek zihninden. Ve “İyi ki vardınız babacım” diyeceksin. “İyi ki sizler vardınız”…
(ahmetdonmez.com)