ABDULLAH AYMAZ - SAMANYOLUHABER.COM
Kur’an-ı Kerim, Zülkarneyn Aleyhisselamın yeryüzünün doğusuna, batısına ve orta bölgesine yaptığı üç yolculuktan bahsediyor. Bir de Ye’cüc ve Me’cüc’ün saldırılarına karşı yaptığı seddi anlatıyor.
“Ey Muhammed, sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. Onlara de ki: ‘Size onun hakkında bazı düşündürücü bilgiler vereceğim. Biz onu yeryüzünde hâkim kıldık ve her maksadına ulaştıracak sebebi emrine verdik.” (Kehf Suresi, 18/83-84)
Cenab-ı Hak ona yeryüzünde hâkimiyet vermiş, yönetim hürriyeti bahsetmiş, ona sağlam dayanıklı bir iktidar nasip etmiştir. Ayrıca, ülkeler fethetmesini, yeryüzünü imar etmesini, iktidar ve nimet elde etmesini sağlayacak sebepleri de buyruğuna sunmuştur. Yani artık Zülkarneyn Aleyhisselam her türlü imkana sâhiptir…
“Zülkarneyn bir sebebe sarılarak yola koyuldu. Sonunda güneşin battığı yere varınca güneşi, çamurlu bir su pınarında batarken buldu. Orada rastladığı bir toplum ile ilgili olarak kendisine ‘Ey Zülkarneyn, onlara istersen ceza ver, istersen kendilerine iyi davran’dedik. Zülkarneyn o topluma dedi ki: ‘Aranızdaki zâlimleri cezaya çarptıracağız. Onlar, ilerde Rabb’lerinin huzuruna vardıklarında eşi görülmemiş, ağır bir azaba uğrayacaklardır. İman edip sâlih amel işleyenlere gelince onları, mükâfatların en güzeli beklemektedir. Böylelerine kolay işler buyuracağız.” (18/85-86-87-88)
Tefsir bilginlerinin yaptıkları açıklamaya göre Atlas Okyanusunun batı kenarına ulaştı. Batıya varınca orada güneşi balçıklı, kızgın bir pınar içinde batıyor gördü. Bu elbette ufuktan güneşin, okyanusa batışının bir görüntüsüdür. Ama Arş-ı Azam’dan gelen Kur’an’ın bakışına göre okyanus bir pınar gibidir, yeryüzü bir beşik, bir meydan gibi… Hem de Zülkarneyn Aleyhisselam gibi bir cihangir için fethederek geçtiği memleketlerde bir takım saltanatların da batışı söz konusudur. Onların batışını seyrettiği gibi güneşin batışını da seyretmiştir.
“Sonra Zülkarneyn yine bir yol tuttu. Nihayet güneşin doğduğu yere varınca, onun kendilerini güneşten koruyacak hiçbir siper yapmadığımız bir kavmin üzerine doğduğunu görmüştü. İşte Zülkarneyn’in kudret ve saltanatı böyleydi. Ve Biz onun yanında olan her şeyi ilmimizle kuşatmıştık.” (18/89-91)
Burası, Afrika’nın doğu kıyıları olması ihtimali olsa da açıkça anlaşılan Asya’nın uzak doğusu olmasıdır. “Güneşin berisinde bir siper yapılmayan kavim” Yani binaları olmayan, elbiseleri bulunmayan, güneş altında yanan kavim… Bugün bile Sudan’da Avustralya’da böyle çıplaklar bulunabilir. Bu husus bütün çölde yaşayanları kapsar…
“Sonra da diğer bir yol tutmuştu. Nihayet iki dağın arasına ulaştığında, onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu. Dediler ki: ‘Ey Zülkarneyn! Ye’cüc Me’cüc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Onun için bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu? Dedi ki: ‘Rabb’imin Bana bağışladığı güç, sizin bana vereceğiniz maldan daha hayırlıdır. Siz Bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranıza, aşılmaz bir sed çekeyim. Bana demir parçaları getiriniz.’ Getirdikleri demir parçalarının oluşturduğu yığını yanlarındaki sedlerin tepeleri ile aynı seviyeye çıkarınca, adamlara, ‘Körükleri çalıştırınız’ dedi. Demir yığınını ateş haline getirince ‘Bana biraz erimiş bakır getiriniz de üzerine dökeyim’ dedi. Ye’cüc ile Me’cüc, bu seddin ne üzerinden aşabildiler ne de bir yerinde delik açabildiler. Zülkarneyn, ‘Bu sed, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin belirlediği an gelince, onu yerle bir eder. Hiç şüphesiz Rabbimin va’di haktır.’ dedi.” (18/92-98)
İfadelerden anlaşılıyor ki, Zülkarneyn Aleyhisselam hiç söz anlamaz veya anlatamaz ilkel bir toplumla karşılaştı. Ama kendisine Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği bir lütuf ve imkanla onlarla anlaştı. Onlar Zülkarneyn Aleyhisselamın güçlü bir fatih, gücünü yapıcı yönde kullanan bir cihangir olduğunu anlayınca, ona vermek için toplayıp getirdikleri mallarla, kendilerini talancı ve yağmacı Ye’cüc ve Me’cüc’den ve onların fesat ve bozgunculuğundan koruyacak bir sed, bir engel yapmasını istediler. O da dindar ve güçlü cihangir bir Allah adamına yakışır şekilde onlara “Rabbimin bana bağışladığı güç, sizin bana vereceğiniz maldan daha hayırlıdır. Siz bana beden gücünüzle beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranıza aşılmaz bir sed çekeyim.’ dedi.” (18/95)
Burada bütün müminlere şöyle bir mesaj var: “Cenab-ı Hak sizlere güç, imkan ve iktidar bahşettiği zaman, bunları toplumları sömürmek, yer altı ve yer üstü zenginliklerin üzerine konup istismar etmek için kullanmayın. Bilakis zulme uğramış ve gadredilmiş güçsüz toplumlara yardım etmek, cihan barışını, sulh ve selâmeti sağlamak için kullanırız.”
Yani insanlar, hangi ırktan ve hangi dinden olurlarsa olsunlar, onlar her biri İsm-i Âzam tecellisi birer nakş-ı âzam, birer ahsen-i takvim üzere yaratılmış kullardır. Allah’a muhatap yaratılmışlardır. Cenab-ı Hakkın bu harika sanatı insanlara insanca muâmele etmek gerekir. Güçlüyüz diye onları ezmek, tahkir etmek müminlere yakışmaz ve yaraşmaz… Sizler seralarda yetiştirir gibi hayırlı nesiller yetiştirin, onları çağıyla yüzleşecek, ilim, bilim ve teknoloji bilgileriyle donatın... Öyle bir eğitin ki, eğer bir gün ellerine güç ve imkanlar geçerse, o zaman azgınlık-taşkınlık yapmasınlar; bilâkis Allah’a şükürde insanlara da tevazu ile ikram ve ihsanlarda bulunsunlar…