Ali Emir Pakkan / samanyoluhaber.com
1942, 22 Şubat... Stefan Zweig ve eşi Brezilya’da kiralık evlerinin yatak odasında ölü bulundu. New York Times intihar haberini birinci sayfasından dünyaya duyurdu.
Nazi Almanya’sında yazarlar için yasaklılar listesi vardı. Hitler’e boyun eğmeyenler ağır baskılar ve saldırılarla karşılaşıyordu. Edebiyat eserleri denetime tutulmuştu. Yasaklanan kitaplar toplandı ve törenlerle yakıldı. Bir çok yazar, şair ve gazeteci tutuklandı bazıları ülkelerini terk etti. Stefan Zweig onlardan biriydi. Hitler’in iktidara gelmesinden sonra Almanca konuşan ülkelerde kitapları yasaklanmıştı.
Bazı eserleri 30 dile çevrilen Zweig’in bir gün kapısını Gestapo çaldı. Evi didik didik edildi. Bir yazarın kitapları arasında silah aranıyordu! Bu açık bir gözdağıydı. O gece eşyalarını topladı. 1934'te vatanı Avusturya’dan ayrılan Zweig, İngiltere’ye sığındı. Pasaportu iptal edildi. Vatansızlara verilen bir kimlik kartı ile artık bir sürgündü. Kendisi ile aynı kaderi paylaşanlarla birlikte hayatında yeni ve zorlu bir dönem başlamıştı: “Özgür bir insan olarak doğmamıza rağmen özne değil nesneydik. Ve artık hiç bir şey hakkımız değil sadece resmî makamların bize verdiği bir lütuftu.” diyecekti.
Hitler’in yükselişinin ilk yıllarında Zweig kariyerinin zirvesinde, Avrupa'da tanınmış, önde gelen hümanist ve barış yanlısı yazarlardan biriydi.
Nazilerin en büyük kurbanları Yahudilerdi. Zweig, Hitler’in iktidara gelişini anlatırken, “Yahudilerin de en büyük hatası” diye başlayan cümleler kurmadı. Sürgünde de fikirlerini açıklamayı ve yazmayı sürdürdü. Nazi zulmünden kaçanların yardımına koştu.
"Dünün Dünyası” adını verdiği anıllarında öncelikle kendisi ve entelektüel çevresini, Hitler’in önemini anlamama konusunda eleştiriyordu. Şu satırlar onun: “Hitler’in kitabını okuyan çok az sayıdaki yazar bile, onun programına kafa yoracağına, cafcaflı üslubuyla dalga geçiyordu. 1930’larda bile demokratik gazeteler toplumu uyarmak yerine, kışkırtma eylemlerinin öyle ya da böyle yarın, öbür gün son bulacağını söyleyerek okurlarını her gün yeniden avutuyorlardı. Her şeyden öte, Almanya'da yasalar sağlam temellere sahipti, parlamentonun yarıdan fazlası Hitler’e muhalifti ve tüm vatandaşlar, özgürlük ve eşitliğin anayasa tarafından resmi bir biçimde korunduğu fikrindeydi."
Özel kampların yapıldığı ve masumların yargılanmadan infaz edildikleri söylentileri geldiğinde bile Stefan Zweig, aydın çevrelerin bu yeni durumun kalıcı olacağına inanmayı reddettiğini ifade ediyor: “Bu, anlamsız bir öfkenin sadece bir patlamasıdır herhalde, diye düşünüyordu insanlar. Böyle şeyler 20. yüzyılda devam edemez, diyorlardı kendi kendilerine.”
Zweig, Hitler’in şansölyeliğe getirilmesinden kısa bir süre sonra Almanya’dan kaçan ilk mültecilerin Avusturya’ya varabilmek için dağları ve nehirleri yaya olarak nasıl aştığını anlatıyordu: “Günlerdir aç, perişan olduklarından insana anlamsız gözlerle bakıyorlardı; insanlık dışı olaylardan korkuyla kaçış bu insanlarla başlamış, sonrasında bütün dünyayı sarmıştı. Fakat bu sürülmüş insanları gördüğüm o gün, bu sapsarı kesilmiş yüzlerin benim yazgımın da habercisi olduğunu ve hepimizin bu bir tek adamın iktidar hırsına, öfkesine kurban edileceğimizi henüz bilmiyordum.”
Hitler'in taktikleri ve kullandığı yöntemlere de değiniyor ünlü yazar:
"Her zaman bir hamle yapıp sonra ara veriyorlardı. Bu hamlenin fazla gelip gelmediğini, dünyanın vicdanının bu dozu kaldırıp kaldırmadığını görmek için bir süre bekliyorlardı. Dozlar gittikçe artırıldı, ta ki tüm Avrupa’yı yok edinceye kadar.”
Zweig’a göre, Almanya’yı felakete sürükleyen son darbe 1933 Şubatında Berlin’de bulunan ulusal parlamento binasının bir kundakçılık eylemi sonucu yakılması ile geldi. Hitler komünistleri suçladı ancak pek çok tarihçi binanın Naziler tarafından yakıldığına inanıyor. “Tek bir hamleyle Almanya’daki tüm hukuk yerle bir edildi” diyor Zweig. Can kaybının olmadığı bir yangınla sembolik bir binanın tahribi, hükûmet açısından halkın terörize edilmesi için bir bahane oldu. (Bakınız 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili iddialara ve sonrasındaki gelişmelere)
Zweig ABD’de aradığını bulamadı. Amerikalılar göçmenlerin acılarına kayıtsızdı. Brezilya'ya sığındı. Ancak yine mutsuzdu. Ülkesinden ve Avrupa'dan iyi haberler gelmiyordu. 1942, 22 Şubatında eşi Lotte ile birlikte yüksek dozda uyku hapı aldı ve hayatına son verdi.
Zweig yaşadığı felaketi İntihar notunda şu cümle ile anlatacaktı; "Dilimin dünyası çöktü, yok oldu ve manevi evim Avrupa kendini yok etti.” Yazarı asıl ölüme götüren ise umutsuzluğuydu: “ 60 yaşından sonra yaşama yeniden başlayabilmek için yeni güçler gerekli. Yıllar süren vatanından uzakta geçen göç, tüm gücümü bitirdi."
Zweig’in intiharından 3 yıl sonra Adolf Hitler intihar etti. Naziler yargı önüne çıkarıldı. Zweig’in, “ama siz göreceksiniz” dediği güneş Almanya da yeniden doğdu. Eserleri basılmaya başlandı. Her ölüm yıldönümünde törenlerle anılıyor.