Sıddık Dursun, Hatıralarını anlatırken diyor ki:
“Medine-i Münevvere’de 1990’da vefat eden ve Cennetü’l-Baki’ye defnedilen kahraman ve fedakâr MUSTAFA ACET Ağabeyle MEHMED FEYZİ Ağabey, bir sohbette Afyon Mahkemesinin en heyecanlı sahnelerini yaşarcasına anlattılar, bizleri de o günlere götürdüler:
“Savcı, İDAM İDDİANAMESİ’ni okuyordu. Üstad ise çok hiddetli bir şekilde ayağa kalkarak savcıya karşı TÛH!..’ dedi. İki hâkim, bir Başkan ve savcı ne olduğunu anlayamadılar. Bu durum karşısında çok şaşırdılar. Sanki Mahkeme bir Harp Meydanını andırıyordu. Savcı, Mahkeme Başkanına dönerek: ‘Davacıyım, bu tükrüğü benim suratıma attı. Bu, Mahkemeye karşı yapılmış en büyük hakarettir. Derhal yargılansın!’ dedi. Üstad ise tebessüm ediyordu. Mahkeme Başkanı: ‘Ne diyorsunuz?’ diye sorunca Üstad, hiç umursamaz bir edâ ile: ‘Hiç!’ dedi. ‘Tükürük meselesi mi, yoksa demin okunan İDAM meselesi mi daha mühim? Onun takdim ve tehirini siz tayin edin de ben de ona göre MÜDAFAAMI yapayım’ dedi. Savcı ve Hâkimler bir şaşkınlık geçirdiler ve Mahkemeye ara verip arka odaya çekildiler.
“Tekrar duruşma başlayınca, Savcı iddiasından vazgeçtiğini ve idam iddianamesinin müdafaasını yapmasını istedi. O sırada Üstad: ‘Benim namaz kılmam gerekiyor, NAMAZ VAKTİ oldu!’ dedi. Başkan: ‘Said Efendi, burası mahkemedir. Mahkemede namaz kılınmaz!’ deyince, Üstad cübbesinin altından seccadesini çıkartarak yere serdi ve: ‘BİZİM NAMAZIN HUKUKUNU MÜDAFAA ETMEKTEN BAŞKA BİR MESELEMİZ YOKTUR’ dedi. Sonra Üstad yüksek sesle: ‘EĞER İSTEMESEYDİM, BURAYA DA GELMEZDİM!’ dedi. Bu söz Mahkeme Heyetini heyecanlandırdı ve dördü birden ayağa kalktılar, ne demek istediğini anlamak için ‘Gelmez de ne yapardın?’ dediler. Üstad yine istihzalı bir ifadeyle: ‘Hiç!’ dedi. Sonra ‘Ben Selanik'te Hürriyet Meydanında hitap ederken İttihat Terakkinin bütün üyeleri (Celal Bayar, Fethi Okyar, İsmet İnönü) oradaydı. Kurulan Hükümette bana Bakanlık teklif ettiler, reddettim. Sizin Mustafa Kemal’iniz de bana Şeyh Sünusî yerine Şark Umumî Vaizliği, Diyanet Reisliği ve mebusluk teklif etti, reddettim. Eğer isteseydim, o hayat tarzını kabul ederdim ve buraya gelmezdim’ şeklinde devam etti.”
“Mehmet Feyzi Ağabey söze karışarak şöyle tamamladı: ‘Üstad bizlere döndü, ‘Bunlar da ihlaslı kimselerdi, bunların da namaz kılması gerekir.’ dedi. Fakat biz maalesef odun gibi orada çakılmış, yerlerimizde oturuyorduk. Ve ‘Allahü Ekber’ diyerek namaza durdu. Üstad, kükremiş bir aslandı. Biz de onun ayakları dibinde dolaşan kedi yavrularıydık. Bunu tevazu için söylemiyorum. Bir gerçeği ifade etmek için söylüyorum. Değil Üstad’ın tırnağı olmak, tırnağı içindeki kirler dahi olamam!”
“Mehmed Feyzi Ağabey otuz yıldır görüşmediği Mustafa Acet Ağabeyle görüşmüş olmaktan çok memnundu: ‘Maşaallah’ Mustafa Kardeş, o günkü ihlasını aynen koruyor. Barekallah!’ diyerek ona iltifat etti. Mustafa Ağabey de kendisini Mehmed Feyzi Ağabeyle görüştüğümden dolayı bana memnuniyetini bildirdi.”
Üstad Hazretleri Kastamonu Lâhikasında Mehmed Feyzi Efendiye şöyle demektedir:
“Feyzi kardeşim! Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede (Eskişehir’de), Allah rahmet eylesin, mühim bir şeyh, mürşid ve câzibedar bir Nakşî evliyasından bir zât, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur’un elli-altmış talebeleri içinde celpkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek talebesini muvakkaten kendine çekebildi. Diğerleri, o câzibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur’un yüksek, kıymettar iman hizmeti onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.
“O talebelerin gayet keskin KALB BASİRETİ şöyle bir hakikati anlamış ki; Risale-i Nur ile hizmet imanı kurtarıyor; Tarikat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamının imanını kurtarmak ise on mümini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman ebedî saadeti kazandırdığı için, bir mümine, küre-i arz kadar bâkî bir saltanatı temin eder. Velâyet ise, müminin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.
“İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerinin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki, benim gibi bîçare bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müçtehitlere de tercih ederlerdi.
“Bu hakikate binaen, bu şehre bir kutub, bir gavs-ı âzam gelse, ‘Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım’ dese, sen Risale-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.”
Farzlar üstü farz olan iman ve ona hizmet etmek her hizmetin üstünde bir öneme sahiptir. Bu gerçeği hiç unutmamamız lâzımdır…
Safvet Senih