Herkul.org sitesinde konuya ilişkin sorulara
cevap veren
Gülen, neden '
evet' denilmesi gerektiğini anlattı.
Pakette milletin istikbali adına çok önemli düzenlemeler bulunduğunu belirten Gülen, siyasî hesapların bir kenara bırakılmasını istedi. "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak 'evet' oyu kullandırmak lazım." diyen Gülen,
referandum desteğinin "her partiye aynı mesafede olma" çizgisiyle çelişmediğini vurguladı. Gülen
Hocaefendi, referandumun 12
Eylül'ün kirlerini
temizlemeye ve
darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesini ise doğru bulmadı. Gülen'in açıklamaları şöyle:
12 Eylül, 12
Mart ve daha önceki 27
Mayıs darbeleri, hiçbir mantığa dayanmayan ve millet adına hiçbir yarar vaatetmeyen bir çeşit sindirme ve herkese haddini bildirme, sonra da iktidarı ele geçirme ve şahsî saltanatları devam ettirme hareketleriydi. Bazı kimseler, gemilerini yüzdürmek için kan seylaplarına ihtiyaç duymuş; bu milletin evladını sağcı ve solcu olarak cephelere ayırmış ve vuruşturmuş; nihayet akıttıkları kan, irin ve gözyaşından istifade ederek kendi otağlarını kurmuşlardı.
Kuvvetin genetiğinde adaletsizlik ve dengesizlik vardır. Kuvvet, hakkın elinde, mantık ve muhakeme rehberliğinde bir kısım problemleri çözebilecek potansiyel bir güç sayılsa da, his yörüngeli kaba düşüncenin elinde her zaman bir tahrip aleti olagelmiştir. Gerçi kuvvetin de bir hikmet-i vücudunun bulunduğu muhakkaktır; ama ona dayanılarak çözülmeye çalışılan problemlerde aklın, mantığın, muhakemenin hattâ dehanın değerlendirilemediği de bir gerçektir. Ne acıdır ki,
27 Mayıs,
12 Mart ve 12 Eylül gibi darbe dönemlerinde
ülkemizde hak, mantık ve muhakeme, kuvvetin çılgınlığı karşısında yenilgiye uğramış ve âdeta bir esaret yaşamıştır.
Kuvvetin genetiğindeki bozukluk, hemen hemen bütün kuvvet temsilcilerine başka insanların tepelerine binme, onları ezme, sindirme ve seslerini kesme hislerini pompalar. Dolayısıyla da, kuvvetin taşkınlığı ve çılgınlığıyla insanları ezip sindirme sadece belli bir kesimin işi değildir. Bazen, siyasî iktidarı güçlenenler de artık kimseyi kâle almamaya başlar ve dediğim dedik düşüncesiyle hareket ederler. Dahası, idarecilerin etrafı danışmanlar, özel
kalemler, yakın çevrelerce kuşatılır ve halkın sesinin asıl merciye ulaşmasının önü kesilir. Böylece daha dün herkesin elini öpen kimseler, biraz güçlenince gayrı kimseyi dinlemez olur, bildikleri gibi davranır ve her iyi işin de kendilerine mâl edilmesini isterler.
AÇ KURDA TAHABBUB İŞTAHINI AÇAR, DİŞİNİN KİRASINI DA İSTER
27 Mayıs'ta on binlerce insan zulme uğradı; devletin en zirvesindekinden milletvekillerine ve partinin taşra teşkilatındaki temsilcilere kadar yüzlerce, binlerce insan bir anda tutuklandı. Tutuklananlar da çok uysal davrandılar, tabiri caizse,
kuzu kuzu gittiler. Bilmiyorum o kadar kuzu kuzu olma ve aç kurda karşı tahabbub gösterme doğru muydu, değil miydi?!. Fakat bazı kimselerin bir nezaket ahlakı vardır, namusları gibidir; fedada bulunamazlar. Nitekim, zirvedeki zat, o zalimlerin mahkemelerinde "Reis beyefendi, savcı beyefendi" demede kusur etmedi, centilmence davrandı. Bu, onun efendiliğinin gereğiydi; fakat aç kurda karşı tahabbub göstermek onun iştahını açar, sonra
döner dişinin kirasını ister. Herhalde bütün bütün dünyaya kilitlenmiş, yüksek bir mefkuresi olmayan ve elindeki imkânları kaybetmekten korkan kimselere karşı biraz dik durulsaydı, -başkası olsa şöyle derdi- o zibidilerin hepsi def olur giderlerdi.
Bütün darbeler gibi 12 Mart da öyle zavallı bir zihniyetin işiydi ki,
kitap okumak için bir evde toplanmış bulunan insanlar bile tutuklanıp aylarca
hapislerde süründürülmüşlerdi. Hatta, sadece Cenâb-ı Hakk'ın Kuddûs isminin tecellilerini anlatan bir risaleyi okumuş olduklarından dolayı senelerce
hapis cezası almakla karşı karşıya bırakılmışlardı.
TEMİZ VATAN EVLATLARI BÖLÜKLERE AYRILARAK VURUŞTURULDU
O gün o kanlı darbeleri yapan ve vatan evladını kamplara bölüp kanlarını dökenlerle bugün PKK'yı besleyip destekleyen,
silah ve
uyuşturucu ticareti adına kullanan ve kendilerinin bir kısım isteklerini gerçekleştirmek için onu orada sürekli kanayan bir yara ve bitmeyen bir problem olarak canlı tutan kimseler aynı insanlardır ve mantık aynı mantıktır.
12 Mart döneminde hapiste kaldığım süre içerisinde hem ülkücüler arasından hem de sol kesimden çiçeği burnunda tığ gibi delikanlı arkadaşlarım oldu. Oturup konuştuğum zaman hepsinin görüşülüp konuşulabilecek insanlar olduklarını gördüm. Aynı silah ve kurşunla birbirini öldüren her iki taraftan, (hem ülkücüler hem de solcular arasından) bu insanların çoğunu o kadar samimi, o kadar saf ve duru buldum ki, kalblerine bir
Allah'la irtibatı ve Efendimiz'e bağlılığı koysanız
sahabe gibi samimi insanlardı.
Gönül verdikleri davada başka beklentileri yoktu. Fakat, bu temiz vatan evladı bölüklere ayrılarak senelerce vuruşturulmuştu. Orada gördüğüm öyle manzaralar oldu ki... Nedim isminde sol kesimden biri vardı. Öyle dövmüş ve öyle işkence yapmışlardı ki, ayağının altından
kemik çıkarmışlardı. O tığ gibi delikanlı, o haliyle yürürken benim içimden bir şey kopuyor ve kalbime kan damlıyordu.
MİLLET DOĞRULMAYA ÇALIŞIRKEN 12 EYLÜL BALYOZU İNDİ
27 Mayıs darbesi sadece bir iktidarı yerle bir etmedi; balyoz aynı zamanda Türkiye'deki bütün olumlulukların tepesine de indi. Askerinden üniversite hocasına kadar çok iyi yetişmiş, temiz ve namuslu bir sürü insan
emekli edildi. Böylece âdeta ülke çadırını ayakta tutabilecek bütün kazıklar koparılıp atıldı, orta
direk kırıldı ve ülke bir çöküntü yaşadı.
Millet biraz belini doğrultacak gibi olunca bu defa 12 Mart darbesi bir kâbus gibi çöktü memleketin üstüne. Vefalı ve samimi millet, "olsun" deyip bir kere daha doğrulmaya çalışırken bu defa da bir balyoz gibi 12 Eylül indi başlarına. Sonra bir de 28
Şubat... Bunlar suyun yüzüne vuran hadiselerdi. Arkada
Talat Aydemir vakıası gibi fiyaskoyla neticelenen teşebbüslerin de hadd ü hesabı yok. Bu açıdan, dünden bugüne mesele sadece bir iktidarın devrilmesinden ibaret değildir; hadise, kuvvetin çılgınlığına kendini kaptırmış bazı kimselerin bir ülkeyi bütün bütün batırma pahasına sadece kendi saltanatlarını devam ettirme mücadelesidir.
İMKÂN OLSA, MEZARDAKİLERİ BİLE KALDIRARAK REFERANDUMA 'EVET' OYU KULLANDIRMAK LAZIM
Maalesef,
Avrupa Birliği'ne namzet olan ve Ortadoğu'da yeni açılımlar gerçekleştiren ülkemizin ihtiyaç duyduğu şekilde bir anayasa değişikliği yapılamadı. Fakat yapılması gerekenlerin yapılamaması açısından "maalesef" desek de, bir kısım cellatlıkların ve farklı vesayetlerin önünü almaya matuf bir iki maddenin değişikliği bile çok önemlidir. Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda "EVET" oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da.. ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü
demokrasi adına çok önemli bir adımdır.
REFERANDUM 12 EYLÜL'ÜN HESAPLAŞMASI DEĞİL, MÜ'MİNler İNTİKAM PEŞİNDE OLAMAZLAR
Bazı siyasîler referandumu kendi hesaplarına değerlendirmeyi düşünüyor olabilirler. Fakat ben o meselenin millete yararlı olup olmamasına bakarım. Bu açıdan, referandumu siyasî olarak görmemek ve ona millete kazandıracakları zaviyesinden yaklaşmak lazımdır. Referandumun sadece 12 Eylül'ün kirlerini temizlemeye ve darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesi de doğru değildir. Bu sayede darbecilerden intikam alınacağını düşünmek yanlıştır; mü'minler intikam peşinde olamazlar. O paketin içinde milletimizin istikbali için çok önemli maddeler var; bu itibarla da değişiklik paketi bu yönüyle desteklenmeli ve "evet" oyları böyle bir niyetle verilmelidir.
HİÇ KİMSEYE 'FALAN PARTİYE GİRİN' DEMEDİK
Biz hâlâ her partiye karşı aynı mesafede duruyoruz. Hiç kimseye "Falan partiye girin; mitinglerinde boy gösterin; çarşıda pazarda alkışçısı olun!" demedik. Mesafeli durmak, milletimizin kaderi adına isabetli bulduğumuz bir kısım meselelerde bazı kimselere oy vermemize mani değildir. Güzel şeyler sergileyen ve iyi işler yapan kim olursa olsun, bu millet onu desteklemiştir; desteklenen aslında şahıs ya da parti değil, icraattır. "Şeytandan sığındığım gibi siyasetten de Allah'a sığınırım." diyecek kadar politikaya mesafeli ve dünyaya uzak duran Hazreti
Bediüzzaman, vakti gelince oyunu kullanmış ve hem de "falan yere kullandım" demiştir. Evet, biz bütün partilere karşı mesafeli duruyoruz; ne var ki, mesafeli durmak başka, oyumuzu Türkiye'nin geleceği adına isabetli işler yapacağına inandığımız bir yere postalamak daha başka bir meseledir.
ÜLKEMİZE HİZMET EDEN HERKESİ HAYIRLA ANARIM
Güzellik, hayır ve iyilik adına, ister harekete, ister size, ister Müslümanlığa ve isterse de ülkemizin istikbal ve ikbaline
hizmet etmiş herkesi (kim olursa olsun) takdir eder ve hayırla anarım. Merhum Turgut Özal'ın iyiliklerini görmezlikten gelemem.
Bülent Ecevit Bey'e "makamı Cennet olsun" diyorum; sözden anlayanlar bunun ne demek olduğunu bilirler. Hazreti Üstad diyor ki; "Her mü'minin her sıfatı mü'min olmadığı gibi; her kâfirin her sıfatı da kâfir değildir." (Yanlış anlaşılmasın) Ben kimseye kâfir demiyorum. 12 Eylül bir kötülüktür; fakat o darbeyi gerçekleştiren ve kötülük yapan bir insanın da iyi yanları olabilir; ben güzel bulduğum bir davranışı takdir ettim.
Kenan
Evren mekteplerde seçmeli olan din ve ahlak derslerini mecburi hale getirdiğinden dolayı, bir röportajda dedim ki; "Eğer bunu gönlünden gelerek samimiyetle yaptıysa, Allah bu yüzden onu affeder." Bugün de şu ya da bu partiden birileri yine ülkemizin istikbali ve ikbali adına olumlu şeyler söyler ve yaparlarsa, ben onlar için de Firdevsî gibi bir destan yazarım. Bu, Hakk'ın hatırınadır; Hakk'ın hatırı ise âlidir.