Kâinatın nabzını tutarcasına…



Safvet  Senih 

Nasıl ki, namaz ile kainatla bütünleşiyoruz, yani meleklerin bir kısmı sadece kıyamda ibadet ediyor, bir kısmı sadece rükuda, bir kısmı hep kuudda oturarak bir kısmı secdede… Müslüman ise hem kıyamda, hem rükûda, hem kuudda, hem sücudda… Ayrıca meleklerin bir kısmı sadece Elhamdülillah; bir kısmı sadece Allahü Ekber diyor… Ama insan namazda bu üç kelimeyi hep zikrediyor. Namazdan sonra da herbirini 33’er defa tekrarlıyor…
Kainata bakıyoruz mesela dünyada ağaçlar ayakta gibi, dört ayaklılar rükûda gibi, dağlar oturuyor gibi, sürüngenler secdede gibi… Namazda ise Müslüman hepsiyle beraber ibadet ediyor yani bir nevi kainatla bütünleşiyor. Zaten her Fatiha okuyuşunda “İyyake na’büdü ve iyyâke nestein yani ancak ve sadece Allah’ım Sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileniriz”  derken bu çoğulun içinde kimler var?  Birincisi, bütün kainat varlıkları;  İkincisi, bütün Müslüman ve müminler; Üçüncüsü, insanın içinde bulunan bütün zerreler var…

M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki, “Kalbini Kur’an’a göre akort eden bir insan, kainatın nabzı gibi atıp duran hadiseleri, kendi kalbinin atışları içinde duyar. Neden? Zira kainat ile kendi arasında bir birlik kurmuştur da ondan. Evet, hadiselerin nabzını elinde tutamayan insanların, irşad adına fazla bir şey yapacakları da söylenemez. Aslında bu, biraz da Kur’an’a bir bütün olarak (küllî ve mahrûtî) bakabilme keyfiyetiyle alâkalıdır.

Aynı meseleye bir başka zaviyeden yaklaşacak olursak; âfâkî (dış dünyamız ile ilgili) ve enfüsî (iç dünyamızla alâkalı) âyetleri, Kur’an âyetlerine tatbik edip ondan bir terkip (sentez) yapma, tebliğcinin hiçbir zaman müstağni kalamayacağı bir ön şarttır. O tebliğinde, bu sahada başarılı olduğu nisbette başarılıdır. Aksi halde gerisi, hem kendisi hem de muhatapları için vakit israfıdır. Evet, tebliğ adamı bütünüyle İslâmî sıfatlarla muttasıf olmalı ve hep farklılığı ve üstünlüğüyle oturup kalkmalıdır.

Âfâkî ve enfüsî âyetleri tahlile tâbî tutup terkip yapabilmeye, oradan Nezâket,  Nezahet,  Şefkat,  Disiplin..  gibi temelde bir mümini, tam anlamıyla kâmil mümin  yapan bütün sıfatlar, tebliğ insanının lâzım-ı gayr-ı mufârık (ayrılmaz bir lâzımı) vasıfları olmalıdır. Bir başka ifade ile arzedecek olursak; aslında her Müslümanın her vasfı Müslüman olmadığı gibi, her gayr-ı müslimin  de her vasfı da Müslümanlığa ters değildir. Belki de onların bugün dünya çapında, o değişik alanlardaki başarılarının altında da onların müminlere ait sıfatlarda muttasıf olmaları (vasıflanmaları) yatmaktadır. Ve tabiî ki, bizim mağlubiyetimizin altında da kâfir sıfatları ile kirlenmiş olmamız!  Halbuki, her mümin, müminliğe ait hemen her sıfata fevkalâde önem vermelidir. Hele tebliğ insanları, bunları temsil etmede sıradan müminlerin birkaç kadem (adım) önde bulunmalıdırlar. Mesela, mümin nezaket insanıdır, nezahet insanıdır, şefkat âbidesidir. O bunlarla kainatı bir merhamet beşiği, bir kardeşlik eşiği halinde görür ve görmelidir de. Onun hayatı bütünüyle disiplindir.  Dolayısıyla onun her anı nurlu ve aydınlık geçer. O, vakit israfını en korkunç bir kayıp olarak değerlendirir. Müslümanın kahvehane hayatı yoktur. Çünkü Resulullah’ın, hayatında öyle bir mekâna uğradığı söz konusu değildir. Hanesinin dışında Müslümanın mekan anlayışı mescitler, mabedler ve dâvâsını kavgasını vereceği mekânlardır. O, bilgi ve irfan yüklüdür. Gelişi güzel yapılan hareketlerden çok uzaktır;  Müslüman daima bir plan ve programın adamıdır. Sebep ve neticeler arasındaki münasebetlere vâkıf ve eşyanın ruhuna da alabildiğine nafizdir.

“Yukarıda beyan ettiğimiz gibi günümüzün batı dünyası Müslümanlara ait bu sıfatları aldıklarından dolayı, bugün hep zirvelerde dolaşmaktadırlar. Halbuki, İslâm âlemi, bütünüyle onlara ait kötü sıfatların hamalı haline gelmiştir. O, mescide gelirken onlara ait sıfatları bir urba gibi sırtına geçirmiş öyle gelmiş, diğeri de Müslümanlara ait sıfatlarla kiliseye koşmuştur. Demek oluyor ki, bu gün gâlip olan  batının kendisi değil onlardaki Müslüman sıfatlarıdır. (…)  Bu itibarla da kurtuluşumuz bütünüyle Kur’an ile bütünleşmemize bağlıdır.”   (İrşad Ekseni)

<< Önceki Haber Kâinatın nabzını tutarcasına… Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER