Zilzâl Suresi'nin alarm zilleri



Malum olduğu üzere Cenab-ı Hakk’ın iki çeşit kanunu var. Tabii bu ifade biz insanlar için bir söz. Birincisi Kelam sıfatından gelen peygamberler ve kitaplarla gelen dînî kanunlar. Bunlara uyup-uymamanın karşılığı âhirettedir. Elbette dünyada da karşılığı vardır ama esas âhirettedir. İkincisi irade sıfatından gelen fizikte, kimyada ve biyolojide geçerli kanunları vardır ki, teknik ve teknolojinin esaslarını taşırlar. Bunlara uyup-uymamanın karşılığı özellikle dünyadadır. Allah’ın bu kanunlarından istifade ederseniz dünyanızı güzelleştirirsiniz. Tembellik yapıp teknik ve teknolojiden uzak durursanız cehalet cehennemine düşer dünyanızı zindana çevirirsiniz.

 

Kur’an-ı Kerim’de “Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar” (Enfal Suresi, 8/25) âyetinin bu meâli gösteriyor ki, belâ ve musibetlerin sebebi zalimliktir ama geldiği zaman zelzelelerde olduğu gibi masumları da yakar. Üstad Hazretleri zulmen hapislere dolduruldukları her zaman gelen zelzeleleri hatta mahkeme anında yerin titremesini buna delil göstermiştir. Kelâm sıfatının işaret ve tecellisi zelzelelere bakarken, İrade sıfatının kanunları da bu hususa bakıyor:

 

Bilhassa bu son büyük zelzeleden sonra TV kanalları, Prof. Dr. Naci Görür gibi bilim adamlarına dayanarak geniş bilgiler sundular. Hatta dört bin senelik zelzele malumatlarını, haritalarıyla gösterdiler. Dünyadaki fay hatları belli… Siz bile bile her zaman sel gelen yerlere ev yaparsanız olacaklar belli olduğu gibi, zelzele meselesindeki bilgilere göre de tedbir almak zorundasınız. Allah isterse ‘atâ kanunu’ ile fay hatlarında biriken enerjiyi bir şekilde yavaş yavaş boşaltıp zararsız hale getirebilir. Bize düşen alınması gereken bütün tedbirleri almaktır.

 

Bu hususta Japonya gibi fay hattı üzerindeki ülkelerin akıllıca aldıkları tedbirler ortada… Bu arada Ahmet Kurucan arkadaşımız M.C. Tv’de başından geçen beş zelzeleyi anlatıyordu. Japonya’da karşılaştığı 6,7’lik depremi hissetmediğini, yanında bulunan Mustafa Beyin bildirdiğini söyledi… Demek Japonlar tedbirlerini iyi almışlar… Deprem bölgesi olmayan ülkeler mesela Almanya’da bile tedbirler alınıyor. Bizim ülkemiz gibi tehlikelerin tam ortasında olanların üzerlerine düşenler belli… Aslında bu tedbirler devletin değişmez ve değiştirilemez mevzuları gibi âdeta bir Anayasa maddesi gibi olmalı.

 

Her hükümetin elinden geldiği kadar her zaman bu hedefe doğru ilerlemesini temin etmek gerekir. Bu da elbette hem devleti, hem binaları denetleyecek sağlam organlarla mümkündür. Aynı zamanda bilhassa yeni yerleşim bölgelerinin alt yapıları ilmen ortaya konan dünya çapındaki standartlarla, değiştirilmez biçimde prensiplere bağlanmalıdır.

 

Söyleyeceğimiz gibi itikadımızın gereğini de elden bırakmayalım. Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Ondan izinsiz hiçbir şey olmaz. Biz devamlı, dualarımızı ve niyazlarımızı edâ etmeye bakalım. Çünkü “Hakka dönüş yapsınlar, suçlarının affı için tazarru ve niyazda bulunsunlar diye onları çetin belâ, musibet, yoksulluk ve hastalıklar verdik. Hiç olmazsa kendilerine şiddetimiz geldiğinde yalvarıp yakarıp tevbe etseydiler!” (En’am Suresi, 6/ 42-43) meâlinde ikazlar var… Ama bu inancımız bizi tedbir almaktan alıkoymamalıdır. Çünkü o fıtrî-tekvîni kanunları da koyan Allah-ü Teâlâ Hazretleridir.

 

On Dördüncü Söz’ün Hâtimesinde “Bu dünya hayatı, aldatıcı ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir.” (3/185) âyetinin tefsirinde Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Gâfil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir. Ey gaflete dalıp ta tadlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya tâlip bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür uçamıyor, başını kuma sokuyor; tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış görmez.

 

 “Ey nefis! Şu temsile bak, gör; nasıl gözünü sadece dünyaya hasretmek, aziz bir lezzeti, elim bir eleme çevirir. Mesela: Şu kasabada yani Barla’da iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler, güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O da İstanbul’a gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a gitmeyi arzular, orayı düşünür, ahbablara kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse; ‘Oraya git!’ sevinip gülerek gider.

 

“İkinci adam ise; onun yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Ona göre bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı da, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. O tek dostuyla o acı ayrılık elemlerini kapmak ister.

 

“Ey nefis! Başta Habibullah (S.A.S.), bütün ahbablarını kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da oraya gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme! Mertcesine kabre bak, dinle, senden talep eder! Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister! Sakın gâfil olup ikinci adama benzeme!

 

“Ey nefsim! Deme ‘Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış hayata aşırı sevgi besler, geçim derdiyle sarhoştur.’ Çünkü, ölüm değişmiyor, ayrılık bâki kalmaya dönüşüp başkalaşmıyor. Beşeriyetin âcizliği, insanlığın muhtaçlığı değişmiyor, ziyadeleşiyor. İnsanın kabir yolculuğu kesilmiyor, sürat peyda ediyor.

 

“Hem deme: ‘Ben de herkes gibiyim (Herkese gelen, düğün bayramdır)’ Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

 

“Hem kendini başıboş zannetme! Zira şu dünya misafirhanesinde, hikmetle baksan hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi olaylar ve şu meydana gelen hadiseler tesadüf oyuncağı değiller.

 

“Mesela: Zemine nebâtat ve hayvanat türlerinden giydirilen birbiri üstünde birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet nakışlı gömlekler, baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle tezyin edilip, cihazlarla donatılmış olduklarını gördüğün, gayet yüce gayeler içinde tam bir intizam ile cezbeye gelmiş mevlevî gibi (semâ yaparcasına) devrilip döndüğünü bildiğin halde, nasıl oluyor ki küre-i arzın, insanlardan, bilhassa ehl-i imandan beğenmediği bir kısım gaflet tavırlarının mânevî ağırlığından omuz silkmeye (yeter artık dercesine) benzeyen zelzele gibi ölümle iç içe hayatî hadisesini –bir mülhidin neşrettiği gibi - gayesiz tesadüfi zannederek bütün musibete maruz kalan insanların elem ve acı veren zâyiat ve kayıplarını boşu boşuna gösterip müthiş bir ümitsizliğe atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulmederler.


“Belki öyle hadiseler merhamet ve hikmet sahibi olan Cenab-ı Hakk’ın emriyle, ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip bâkileştirmektir. Allah’ın nimetlerine karşı nankörlükten gelen günahlara kefarettir.


 “Nasıl ki, bir gün gelecek, şu İlahî emirlere âmâde olarak insanların hizmetine verilmiş zemin, yüzünün ziyneti olan, insanların eserlerini, şirke bulaşmış olarak, şükürsüz görüp, çirkin bulur, Yarada’nın emriyle, (Kıyamette) büyün bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, O’na şirk koşanları Cehenneme döker. Şükür edenlere de: ‘Haydi, Cennete buyurun’ der.”


Bu yazı 31-03-1928’de meydana gelen İzmir –Torbalı Zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır. Burada çok ince bir hikmet gösterilmektedir. Dünyanın üzerine giydirilen iki milyon tür nebatî ve hayvanî varlıklardan örülmüş bir gömlek düşünelim. Bu örgü iplerinden sadece bir tanesi sineklerden meydana gelmiş olsun. Milyarlarca sinekten bir tanesinin kanadındaki hikmetleri, biyonik, biyoteknik ve siberteknik açısından ele alacak olsak bir hikmetsizlik ve gayesizlik görebilir miyiz? Yunus Emremizin dediği gibi “Bir sineğin kanadını (o kanat üzerine yazılacak kitapları) kırk kağnıya yükletsek, hepsi çekemez ve şöyle yere serilip kalırlar.”

 

Şimdiki milyonlara atkı ipinden meydana gelen bir gömleğin bir ipi milyonlarla sinekten meydana gelsin ve onlardan sadece birinin kanadı bu kadar sanatlı ve hikmetli olsun da gömleği giymiş olan dünyada müthiş bir zelzele meydana gelsin ve bir çok insan bunun neticesinde vefat etsin ama bu hikmetsiz olsun!.. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bunu söylemek kadar, bunu maddeye ve tesadüflere vermek kadar ahmaklık söz konusu olabilir mi? Allah-ü Teâla’nın yüce icraatlarını sebeplere, maddî olaylara ve tabiata havale edip Cenab-ı Hakk’ın işlerini, O’na ait yüce hikmet ve gayeleri inkâr etmek insana yakışır mı?


<< Önceki Haber Zilzâl Suresi'nin alarm zilleri Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER